Kısa Hikaye Özetleri

Kısa Hikaye Özetleri

 KİRLİ VİTRİN
Esnaftı. Küçük dükkanında sattığı kumaşlarla geçimini sağlamaya çalışırdı. Yalnız bir huyu vardı, aynı  sokaktaki rakiplerinin vitrin camları çok kirli diye sürekli şikayet ederdi. Meslektaşları onun bu dırdırlarında bıkmış usanmışlardı. ‘Neden şehirdeki en kirli vitrin bu adamlarda, anlamıyorum’ diye söylenirdi sık sık. Bir gün kahvede otururken işi iyice ileriye götürdü ve diğerlerine karşı kırıcı davrandı.
Kahveden ayrılmadan önce, sokağın karşısında buluna başka bir esnaf ona şöyle seslendi
‘Sen önce git kendi vitrinini yıkayıp temizle.’
O da önce ‘Benim vitrinim temiz’ dese de, diğerlerine ‘örnek’ olmak için vitrinini yıkadı. Ertesi gün kahvede otururken arkadaşları onu şu sözleri söylerken duydular:
‘İnanmıyorum. Böyle bir şey olmaz. Ben vitrinimi yıkar yıkamaz, sanki haber aldılar; rakiplerimin hepsi o akşam camlarını pırıl pırıl yapmışlar.’
Kendini beğenmiş esnaf bunları söylerken, diğer esnaflar, onun kendi vitrinindeki kirler yüzünden herkesin vitrinini kirli zannettiğini ve bunu ona söyleseler bile dinlemeyeceğini bildiklerinden sadece gülümsemekle yetindiler.


KIRLANGIÇLARIMIZ…

Sonbahar serinliğinin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği günlerdi. Evinde yalnız yaşayan adam, can sıkıntısıyla televizyon seyrederken penceresinde bir tıkırtı duydu. Perdeyi açıp baktığında pervaza bir kırlangıcın tünemiş olduğunu gördü. Kırlangıç, adama bakıp tekrar gagaladı camı. Pencereyi açtı adam ve sordu.
    “Ne istiyorsun?”
    “Ben göçmen kuşum biliyorsun, yolumu kaybettim. Gördüm ki sen de yalnız yaşıyorsun. Belki beni içeri alırsın ve seninle dost olabiliriz diye düşündüm” diye cevap verdi kırlangıç.
    “Hayır” diye kestirip attı adam. Yalnızlığını bozmaya hiç niyeti yoktu. “Benim kimseye ihtiyacım yok. Halimden memnunum. Haydi sen yoluna!”
    Pencereyi de perdeyi de kapattı. Televizyonun başına döndü. Ama birkaç dakika sonra yine aynı tıkırtı geldi kulağına. Pencereyi tekrar açıp kırlangıca bağırdı:
    “Sen laftan anlamıyor musun? Seni istemiyorum! Beni rahat bırak!”
     Sert bir tavırla pencereyi kırlangıcın yüzüne kapadı ve içeri girdi.
Uyuşuk bir halde kendisini televizyonunun renkli görüntülerine bıraktı. Bir ara içinde bir sıkıntı duydu. Kırlangıca davranış biçiminin çok sert olduğunu hissetti. Vicdanı sızlıyordu. Belki de kuş çok açtı ve üşümüştü. Onu birkaç saatliğine içeri alsa ne olurdu ki?
Hızla yerinden fırladı ve pencereye koştu. Ama kuş çoktan uçup gitmişti. Adam boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Yalnızlığına ışık tutacak bir dost penceresine kadar gelmiş, fakat o onu en kaba biçimde kovmuştu. Kendi kendisine çok kızdı. Sonra, aklına gelen düşünceyle biraz rahatladı: Seneye bu kuş yine buralardan geçecekti, dolayısıyla onu bulabilir ve evine alabilirdi.
Sonbahar yerini kışa bıraktı. Adam yine yalnızdı ve sabırsızlıkla güzü bekliyordu. Nihayet güz geldi, göçmen kuşlar adamın evinin üzerinden güneye doğru uçmayı başladı.
Bir kırlangıç sürüsü geçerken adam penceresine fırladı ve kuşlara seslendi. Kırlangıçlardan birisi ne istediğini öğrenmek için süzülüp yanına kadar geldi. Adam geçen sene ki kuşun tarifini verdi ona, tanıyıp tanımadığını sordu o kuşu.”
Bu sözleri dinleyen kırlangıç, adamın yüzüne acıyarak baktı ve kanatları çırpıp uzaklaşmadan önce şöyle dedi:
“Sen bilmiyorsun galiba dostum, kırlangıçlar sadece altı ay yaşarlar.”

KELEBEK

Meraklı genç, bir ağacın dallarında bulduğu bir kelebek kozasını inceliyordu. Kozanın içinde kelebek olmayı bekleyen bir tırtıl vardı, ama kozdan çıkma zamanı daha gelmemişti. O günden sonra sık sık o ağacın dalındaki kozayı seyretmeye geldi.
Bir gün yine kozayı incelerken, küçücük bir deliğin açıldığını gördü. Oturdu ve o delikten kozanın içindeki kelebeği izlemeye başladı. Kelebek, o minicik delikten çıkabilmek için saatlerce mücadele verdi. Ama sanki hiç ilerleme kaydetmemiş gibiydi. Adam, onun daha fazla ilerleyemeyeceğini ve delikten çıkamayacağını düşündü.
Ve kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Bir makasla kozanın deliğini genişletti. Böylece kelebek kolayca dışarı çıktı. Fakat kelebeğin gövdesi şişmiş, kanatları da buruşuk haldeydi.
Adam kelebeği seyretmeye devam etti. Kanatlarının hemen büyüyeceğini, bedeninin de normal boyuta ineceğini bekliyordu.
Ama hiç birisi olmadı! Kelebek ömrünün kalan kısmını o şiş bedenle ve buruşuk kanatlarla sürünerek geçirdi. Asla güzelim sanatlı nakışların bulunduğu kanatlarını açarak uçamadı.
Adamın yersiz merhameti ve aceleciliğiyle anlayamadığı şey şuydu: kozanın minik hayvanı sımsıkı sarması ve onun o minik delikten çıkması için uzun saatler çabalaması ilahi bir kanun gereğiydi. Çünkü ancak bu şekilde bedenindeki sıvı kanatlara doğru ilerliyor ve onun kanatlarını güçlendirerek uçmasına imkan tanıyordu.
Genç bir kitaptan öğrendiği bu gerçeği asla unutmadı. Bu ‘küçücük’ dersi kendi hayatına da uyguladı. Hayattaki zorluklar ve sıkıntılar kelebeği sıkan koza gibiydi. Allah karşımıza mücadele edeceğimiz bir engel çıkarmasaydı, bu bizim kuvvetimizi ve azmimizi küçültürdü. Ve hiçbir zaman dua gibi güçlü bir silaha sarılmaz ve güçlenemezdik.

KAYIP KAZANCA NASIL DÖNÜŞTÜRÜLÜR?

    Uzun yıllar önce, bir ülkenin sınıra yakın bölgesinde yaşlı bir adam yaşıyordu. Bir gün, adam atının kaybolduğunu fark etti. Atın sınırın öteki tarafına geçtiğini öğrenenler olmuştu. Komşuları bu talihsiz kaybından dolayı onu teselli etmek için ziyaretine geldiler. Ancak yaşlı adam beklenmedik bir biçimde sukunet doluydu ve şöyle diyordu:
“Önemli değil, belki de göründüğü gibi kötü bir olay değildir. Ve sanırım bu işte bir hayır var.”
    Aylar sonra, bir gece, yaşlı adam dışarıdan gelen at seslerini duydu. Çıkıp baktığında kendi atının yanında başka bir at daha gördü. Belli ki, kendi atı  eve bir arkadaş getirmişti.
    Haberi duyan komşuları bu defa onu kutlamak için ziyaretine geldiler ve onun ne kadar şanslı olduğunu söylediler. Bütün bu tebriklere karşılık, yaşlı adam gayet sakin ve düşünceliydi. Komşularına  şöyle dedi:
    “Hiçbir çaba sarf etmeden yeni bir atım oldu, doğru; ama bunun hayır mı yoksa şer mi olduğunu söylemek kolay değil. Belki de altından bir şer çıkacak.”
    Söylediği doğru çıktı. Yaşlı adamın oğlu eve gelen ikinci atı çok seviyor ve her fırsatta onunla gezintiye çıkıyordu. Bir gün bu atı sürerken düştü ve sol bacağını fena halde incitti. Ondan sonrada asla yürüyemedi, ayağı aksadı.
    Yaşlı adam olay karşısında benzer bir tavır sergiledi:
    “Çok kötü gibi görünüyor, ama ardından belki de daha büyük hayırlar gelecek.”
    Daha sonra yaşananlar, yaşlı adamı bir kez daha haklı çıkardı. Bir yıl sonra, o ülkenin girdiği bir savaşa katılmaları için bir çok genç askere alındı ve çoğu hayatını kaybetti. Yaşlı adamın oğlu ayağındaki rahatsızlıktan dolayı askere çağrılmadı ve böylece ölümden kurtuldu.

İYİ HABER

Hem usta bir golf oyuncusu, hem de yürğini başka insanların dertlerine açabilen melek gibi bir insandı. Bir gün, ülke çapında bir turnuvada şampiyon oldu. Ödül olarak uzatılan çeki aldı ve kameralara gülümseyerek soyunma odasına doğru yürüdü.
    Birkaç dakika sonra golf tesislerinden çıkıyordu ki, arabasına ulaşamadan genç bir kadın yaklaştı yanına. Kadın onu kutladı, sonra da çocuğunun çok ciddi bir hastalığa yakalandığını ve ölümün eşiğinde olduğunu söyledi. Hastane ve ilaç masraflarını nasıl ödeyeceğini bilemiyordu.
    Şampiyonun yüreği burkuldu bu hikaye karşısında . cebinden çıkardığı çekin arkasını imzaladı, sonra da ‘umarın bebeğine faydası olur’ diyerek kadının eline iliştirdi.   
    Aradan bir hafta geçmişti. Golf şampiyonu bir kulüpte yemek yiyordu. Yanına golf derneğinin bir yetkilisi geldi ve ona ‘Sizin geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra parkta bir kadınla karşılaştığınızı söylediler.’dedi. Şampiyon onaylayarak başını salladı.
    ‘Şey’ dedi yetkili, ‘Size bir haberim var. O kadının bir sahtekar olduğu ortaya çıktı. Hasta bebeği filan yokmuş. Evli bile değilmiş.’
    ‘Demek öyle?’ diye sordu şampiyon ‘Demek kadının ölmek üzere olan bir bebeği yok.’
    ‘Hayır yok’ diyen yetkiliye şampiyon derin bir iç çekerek şu karşılığı verdi:
    ‘Biliyor musun, bir haftadır duyduğum en güzel haber bu!’




Bir yorum

Cevapla

 
3+2 İşleminin Sonucu  
Yukarı Çık