ATASÖZLERİ - DEYİMLER- ÖZLÜ SÖZLER - GÜZEL SÖZLER- VECİZELER- ATA SÖZLERİ- ATA SÖZÜ -K-K-K-K-K--K-

 ATASÖZLERİ - DEYİMLER- ÖZLÜ SÖZLER - GÜZEL SÖZLER- VECİZELER-  ATA SÖZLERİ- ATA SÖZÜ -K-K-K-K-K--K-

ATASÖZLERİ - DEYİMLER- ÖZLÜ SÖZLER - GÜZEL SÖZLER- VECİZELER-  ATA SÖZLERİ- ATA SÖZÜ -
  -K-

  1627- Kabahat (suç) öldürende değil, ölendedir. (Kabahat ölende mi,
öldürende mi?)

  Kimi zaman kabahat ölendedir. Çünkü sözleriyle,
davranışlarıyla karşısındakini adam öldürecek kadar
sinirlendirmiş, kışkırtmıştır.

  1628- Kabahat ölende mi, öldürende mi?

  Bkz. Kabahat öldürende değil...

  1629- Kabahat (suç) samur kürk olsa kimse sırtına (üstüne) almaz.

  Kabahat; kınanan, cezalandırılan bir davranış olduğundan hiçbir kimse
onu ben yaptım demez. Krş. Suçu gelin etmişler...

  1630- Kabiliyetli çırak ustayı geçer (ustadan usta olur.)
Bunun ustası falancadır. Bu, ona yetişemez dememeli. Yetenekli çırak,
ustasını geçer. Böyle olmasaydı hiçbir dalda ilerleme olmazdı.

  1631- Kabul olunmayacak duaya amin denmez.

  Gerçekleşmesi olanaksız girişime oy vermek doğru değildir.

  1632- Kaçan balık büyük olur. (Kaybolan koyunun kuyruğu büyük olur.)

  İnsan, elden kaçırdığı küçük bir fırsatı gözünde büyütür; onun çok önemli
olduğunu söyler durur. Krş. Kel ölür sırma saçlı...

  1633- Kaçanı kovmazlar (kovalamazlar), yıkılanı vurmazlar.

  Düşman kaçarsa yenilgiyi kabul etmiş demektir.
Onu kovalayıp ezmeye çalışmak mertliğe yakışmaz.
Yıkılanı, güçsüz olduğunu göstereni vurmak da böyle.

  1634- Kaçanın anası ağlamamış.

  Kavgadan ve saldırıdan kaçan kimse, canını kurtarmış ve annesinin
ağlamasına yol açacak bir olaya meydan vermemiş olur.

  1635- Kader olmayınca kadir bilinmez.

  Kişi talihsiz ise, ne denli iyi bir insan olursa olsun,
değeri bilinmez.

  1636- Kadı anlatışa göre fetva verir. (Anlatışa göre verirler fetvayı).

  Haksız kişi, olayı kendisini haklı gibi göstererek anlatırsa, dinleyen ona
hak verir. Bu kişinin haksız gösterdiği kimseyi de haksız bulur.

  1637- Kadı ekmeğini karınca yemez.

  Yargıcın malına kimse dokunmaz. (İki nedenle: 1- Suçluyu o yargılayacaktır.
Krş. Davacın kadı olursa yardımcın Allah olsun. 2- Kadılar rüşvet almak,
haram yemek, zulmetmekle ünlüdür. Mallarına, ekmeklerine çok haram ve
gözyaşı karışmıştır. Böyle bir ekmeği karınca bile pis sayar, zehirli bulur.)

  1638- Kadın erkeğin şeytanıdır.

  Bkz. Erkeğin şeytanı kadın.

  1639- Kadının fendi erkeği yendi.

  Kadınlar kurnazlıkta erkeklerden üstündürler. Çeşit çeşit oyunlarla her
zaman erkekleri yenerler.

  1640- Kadının (cahilin) sofusu, şeytanın maskarası.

  Sofu kadınla şeytan alay eder. Çünkü böyle kadınlar, evleriyle
ilgilenmezler, işlerini güçlerini bırakırlar. Bu biçimsel ibadet yüzünden
gerçek ibadetlerini yapamazlar; yani evlerine, ailelerine bakamazlar.

  1641- Kadının şamdanı altın olsa mumu dikecek erkektir.

  Kadın ne denli bol, değerli çeyizle gelirse gelsin evin
bütün eksiklerini erkek sağlar; giderlerini erkek karşılar; evi o
geçindirir.

  1642- Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder. (Kocasını
vezir eden ile rezil eden de karısıdır.)

  Akıllı ve tutumlu kadın kocasının saygınlığını da
mal varlığını da artırır. Oynak ve tutumsuz kadın
da kocasını toplum içinde küçük düşürür; yoksulluğa sürükler. Krş.
Erkek sel kadın göl.

  1643- Kadın kocasının çarığı, anasının sarığıdır.

  Kadın, kocasının çıkarıp attığı çarık gibi terk edilebilir bir durumdadır.
Ama annesi onu her zaman baştacı eder. Krş. Önceki çarığı...

  1644- Kadın var arpa ununu aş eder; kadın var buğday ununu keş eder.

  Bkz. Eti ciğer eden de avrat, ciğeri et eden de.

  1645- Kadıyla mı iyisin, kapıyla mı? - Kapıyla.

  İşini istediği biçimde sonuçlandırmak isteyen kişi,
yüksek yetkiliden çok, onun buyruğu altında çalışan görevliyle uyuşmalıdır.
Çünkü kararı hazırlayan odur. Yüksek yetkili sadece imzalar.

  1646- Kadın malı, kapı mandalı.

  Bkz. Avrat malı, kapı mandalı.

  1647- Kalaylı bakır küflenmez.

  Temizliğini herkesin bildiği kişi ve iş lekelenemez.
Krş. İt değmekle..., Köpek sürünmekle...

  1648- Kalbin yolu mideden geçer.

  Bir kimsenin sevgisini kazanmak isterseniz ona şölen verip güzel
yiyecekler sununuz. Krş. Erkeğin kalbine giden yol mideden geçer.

  1649- Kaldın mı oğul eline, müdara eyle geline.

  Oğullarının bakımına muhtaç olan ana baba, gelinlerine
yaranmak zorundadırlar. Çünkü evin asıl sahibi artık oğulları değil
gelinleridir.

  1650- Kalendere kış geliyor demişler, titremeye hazırım diye cevap
vermiş.

  Yaşamanın felsefesine eren kişi, en sevimsiz, dahası
rahatsız durumları bile hoş karşılar. Krş. Abdala
kar yağıyor demişler...

  1651- Kalın (yoğun) incelene kadar ince üzülür.

  Güçlü ile zayıfın, zengin ile fakirin, bir hastalığa,
bir sıkıntıya, bir zarara dayanma yetenekleri aynı
değildir. Güçlü gücünden bir parçasını yitirerek zayıflar;
ama zayıf o kadar gücü yitirince ölecek duruma düşer.

  1652- Kalıp kıyafetle adam adam olmaz.

  Gösterişli bir vücut, iyi bir giyim-kuşam, kişiye insanlık
değeri kazandırmaz. Krş. Kürk ile börk ile adam olunmaz, Eşeğe altın
semer vursalar yine eşektir.

  1653- Kalkacağın yere oturma.

  Kişi, layık olmadığı, er geç uzaklaştırılacağı işe girmemelidir.

  1654- Kalb kalbe karşıdır.

  Bkz. Gönülden gönüle yol vardır.

  1655- Kalp (Gösterişli ama işe yaramaz kişi) kazanır, kaltaban (Düzenci) gönenir.

  İş becerme yeteneği bulunmayan kişi, düzenbazın
kendisine yutturduğu şeyi kazanç sanır. Oysa, işini
yürütmüş olan, düzenbazdır.

  1656- Kalpten kalbe yol vardır.

  Bkz. Gönülden gönüle yol vardır.

  1657- Kanaat gibi devlet olmaz.

  Gereksemeleri için çok şey istemeyen, azı yeter bulan ve elindekiyle
yetinmesini bilen kişi yokluk nedir bilmez.

  1658- Kanatsız kuş uçmaz.

  Gereken koşullarla donanıp güçlenmeyen kişi amaca varamaz.

  1659- Kancık yalanmadan erkek dolanmaz.

  Kişi, çıkar sağlamayı düşündüğü kimsenin yakınlık gösterip umut
vermesi üzerine tasarısını gerçekleştirir.

  1660- Kanı kanla yumazlar, kanı su ile yurlar.

  Kötü bir durum, kötülüğü sürdürecek davranışlarla düzelmez. Buna son
verebilecek davranışlarla düzelir.

  1661- Kan kusana altın leğenin ne faydası var.

  Bkz. Altın leğenin kan kusana...

  1662- Kan kus, kızılcık şerbeti içtim de.

  Kişisel dertlerimizi içimizde saklamalı, başkalarının
öğrenmesine meydan vermemeliyiz. Dahası, kötü olan durumumuzu iyi gibi
göstermeye çalışmalıyız.

  1663- Kapıyı kırarsan odun çok olur.

  Bir gereksinimini karşılayacak parası bulunmayan
kişi, önemli bir malını satmayı güze alırsa sorun kalmaz.

  1664- Kara gün kararıp kalmaz (durmaz). (Koç yiğit bunalıp ölmez.)

  İnsanın sıkıntılı zamanı sürüp gitmez, arkasından
keyifli günler de gelir.

  1665- Kara (kötü) haber tez duyulur.

  Ölüm gibi, başka felaketler gibi haberler, bununla
ilgili kimselerin kulağına çabuk yetişir.

  1666- Karakışta karlar, martta yağmaz, nisanda durmazsa değme
çiftçinin keyfine. (Martta yağmaz, nisanda dinmezse sabanlar altın olur.)

  Karakışta kar yağar, martta yağış olmaz, nisanda da çok yağmur yağarsa o
yıl bol ürün alınır; çiftçinin yüzü güler. Krş. Nisan yağmuru...

  1667- Karaya sabun, deliye öğüt neylesin.

  Özü bozuk olan şey, düzeltme çabalarıyla iyi duruma getirilemez.

  1668- Kardeşi kardeş yaratmış, rızkını ayrı yaratmış.

  Bkz. Allah kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış. Kardeşim
ağa, avradı hatın...

  1669- Kardeşim ağa, avradı hatın, almaz beni kulluğa satın.

  Evlenen kişinin karısına verdiği değer, kardeşine karşı olan sevgisini
bastırır. Krş. Kardeşi kardeş yaratmış, rızkını...

  1670- Kardeşim olsun da kanlım olsun.

  Kendisine çok büyük kötülük de yapsa, insan kardeşinden vazgeçemez. Çünkü
kardeş, sırası gelince, eski yaptıklarını unutturacak kadar büyük
yardımda ve iyilikte bulunur. Krş. Kardeş kardeşi...

  1671- Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş. (Kardeş kardeşi
bıçaklamış, dönmüş yine kucaklamış.)

  1) Kimi zaman kişi, kardeşine büyük bir kötülük
yapar. Ama o kötülüğün kardeşini mahva götürmekte
olduğunu görünce pişmanlık duyar ve yaptığını düzeltecek davranışlarla
yardımına koşar. (Yar uçurum anlamıyla alındığına göre.)

  2) Kardeş kardeşten vazgeçebilir. Ama sevgilisi onu
el üstünde tutar. (Yar sevgili anlamına alınırsa.)

  1672- Kardeş kardeşi bıçaklamış, dönmüş yine kucaklamış.

  Bkz. Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş.

  1673- Kardeş kardeşin (hısım hısımın) ne öldüğünü ister; ne onduğunu.

  Kardeş, kardeşe ziyan gelmesini istemez. Ama onun
kendisinden üstün durumda olmasını da kıskanır.

  1674- Kardeşten karın yakın (kulaktan burun yakın), (Karın kardeşten yakın).

  1) Kişi kardeşini de sever çocuklarını da. Ama çocuklarını kardeşinden
daha ileri tutar.

  2) Kendi çıkarıyla, başkasının, dahası kardeşinin çıkarı çatışan kişi,
önce kendi çıkarını düşünür.

  1675- Kar eden ar etmez.

  Bkz. Ar yılı değil kar yılı.

  1676- Kar erir, bok ayaza çıkar.

  Kirlilikleri örten durum ortadan kalkınca bütün kötülükleri herkes görür.

  1677- Karga dermiş ki: Çocuklarım olalı burnumu göme göme bok yiyemedim.

  Ana-baba çocukları için her türlü özveriye katlanırlar. Kendilerinden çok
onları düşünürler.

  1678- Karga ile gezen boka konar.

  Bkz. İsin yanına varan is...

  1679- Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış.

  Görgüsüz kişi, görgülü kişinin yaptığını yapmaya
kalkışırsa beceremez, kendisinin doğal davranışını
da yitirir, gülünç olur.

  1680- Karga mandayı (saksağan danayı) babası hayrına bitlemez.

  Bir kimse başkasına hizmet ediyorsa bunda kendisinin de bir çıkarı vardır.

  1681- Karga şakırdamış bülbülüm sanmış.

  Bir ustayı taklit eden aptal, kendini ustalığa yükselmiş gibi görür.

  1682- Karga yavrusuna bakmış, benim ak pak evladım demiş. (Kuzguna
yavrusu anka görünür.)

  Kişi kendi çocuğunu güzel, kendi eserini kusursuz
görür. Başkalarına göre ne denli çirkin ve kusurlu
olurlarsa olsunlar.

  1683- Karı-koca bir sözle yakın, bir sözle uzaktır.

  Bir kadınla bir erkek, birbirlerine bağlandıklarını
bildiren bir sözle karı-koca olurlar. Böyle bir bağın kalmadığını
bildiren bir sözle de yabancı olurlar.

  1684- Karı (kadın) malı kapı mandalı (hamam tokmağıdır).

  Bkz. Avrat malı kapı mandalı.

  1685- Karıncadan ibret al, yazdan kışı karşılar.

  Kişi çalışıp kazanabildiği zamanı boş geçirmemeli, çalışamayacağı
günler için geçimini sağlayacak varlık edinmelidir.

  1686- Karınca kanatlanınca serçe oldum sanır.

  Eline geçici ve önemsiz bir güç geçen kişi, sürekli
güçlü oldum sanır.

  1687- Karınca(-nın) zevali gelince kanatlanır.

  Kişi, layık olmadığı aşamaya yükselir, ya da durumunun gereklerine aykırı
taşkınlıklarda bulunursa artık düşecek demektir.

  1688- Karın kardeşten yakın.

  Bkz. Kardeşten karın yakın.

  1689- Kar kuytuda, para pintide eğleşir.

  Her şey, saklanabilen yerde ve saklamasını bilenin yanında bulunur.

  1690- Kar ne kadar çok yağsa yaza kalmaz.

  Elverişli bir ortamda çoğalan şeyler, ortam elverişliliğini yitirince yok olur.

  1691- Karın tok it gölgede yatar.

  Akılsız kişi bugün karnını doyurunca yanını düşünmez, yan gelir yatar,
keyfine bakar.

  1692- Karpuz kabuğunu görmeden denize girme.

  Bir işi en uygun zamam gelmeden yapma; denize girmek için karpuzun
olgunlaşma zamanını beklediğin gibi.

  1693- Karpuz kabuğuyla büyüyen (beslenen) eşeğin ölümü sudan olur.

  Özensiz, üstünkörü yapılan iş, hiçten bir nedenle bozulur.

  1694- Karpuz kesmekle bararet sönmez (yürek soğumaz).

  Size kötülük yapmış olan bir kimseden başkasına
zarar vermekle o kimseden öç almış olamazsınız.

  1695- Karpuz (kavun, karpuz) kökeninde büyür.

  Çocuk ana baba ocağında, herhangi bir kişi doğup büyüdüğü çevrede yetişir,
gelişir.

  1696- Kar susuzluk kandırmaz (gidermez). (Kavurga karın doyurmaz.)

  Gerçek gereksemeler, avutucu, oyalayıcı şeylerle
karşılanamaz.

  1697- Kartala bir ok değmiş, yine kendi yeleğinden.

  Bir kimseye en büyük kütülüğü kendisine çok yakın olanlar yapar. Krş.
Ağaca balta vurmuşlar...

  1698- Kartalın beğenmediğini kargalar kapışır.

  Zenginlerin beğenmeyip attıkları nesneler, yoksullar için değerli mallardır.

  1691- Kar yağdığı gün tozar.

  Kalıcı ya da doyurucu olmayan kazanç çabucak tükenir. Sürekli ve doyurucu
bir kazanç yolu bulmak gerek.

  1700- Kar yılı var yılı.

  Kar yağdığı yıl ürün bol olur, çiftçinin eline bol para geçer.

  1701- Kar, zararın kardeşidir (ortağıdır).

  Ticaretle uğraşan kimse; sadece kar edeceğini düşünmemeli, zarar etmeyi
de göze almalıdır. Alışverişte kar ve zarar birlikte gider.

  1702- Kasap ekmeği yavan yer.

  Bkz. Terzi kendi söküğünü dikemez.

  1703- Kasap isterse keçinin boynuzundan yağ çıkarır.

  Bkz. Çobanın gönlü olursa tekeden yağ çıkarır.

  1704- Kasap, yağı bol olunca gerisini yağlar.

  Elinde kendisine gerek olandan artık şey bulunan
kimse, bunu gereksiz yere savurup telef eder. Krş.
Abdalın yağı çok olursa..., Kürdün yağı çok olunca...

  1705- Kasavetsiz ağız anahtarsız açılır.

  Sıkıntısı olan kimseye bir şey söyletmek güçtür.
Ama sıkıntısı, kaygısı olmayan kimse, bol bol, rahat rahat konuşur.

  1706- Kasımdan on gün evvel ek, on gün sonra ekme.

  Ekim zamanı kasımdan on gün önce biter. Kasımdan on gün sonra ekilen tohum
verimli olmaz.

  1707- Kasım yüz elli, yaz belli.

  Kasımın 150- günü (8 nisan) olunca kötü havalar geçer, yazın ucu görünür.

  1708- Kasım yüz, gerisi düz.

  Bkz. Kasım yüz elli, yaz belli.

  1709- Kaş çatmakla çatık kaşık olunmaz.

  Görünüşü benzetmekle övülecek bir nitelik kazanılamaz. Belki eski durumdan
da kötü bir duruma düşülür.

  1710- Kaşığı herkes yapar ama sapını ortaya getiremez.

  Her işin kendine özgü bir inceliği vardır. Bu yerine getirilmedikçe o iş
başarılmış sayılamaz.

  1711- Kaş ile göz, gerisi (kalanı, artanı, dahası) söz.

  Güzellik, her şeyden önce kaş ve göz güzelliğidir.
Vücudun başka yerlerinin güzel olması önemli değildir.

  1712- Katıra baban kim? demişler, dayım at demiş.

  Aşağılık duygusu içinde bulunan kişi, kendisini olduğu gibi
göstermeye utanır da kötü yönünü gizler, sadece iyi yönüyle övünür. Krş.
Kel kız teyzesinin...

  1713- Katıra (eşeğe) cilve yap demişler, çifte (tekme) atmış.

  Bkz. Eşeğe cilve yap demişler...

  1714- Katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker.

  Kötü soylu şey ve kişi iyiye dönmez. Ona iyi niteliği kazandırmak için ne
denli uğraşılırsa uğraşılsın yine aslından bir kötü iz kalır.

  1715- Kavak uzaya uzaya göğe yetmez.

  Hangi alanda olursa olsun, ilerleyişin bir sınırı vardır.

  1716- Kavak, yaprağını tepeden dökerse kış çok olur.

  Kavak ağacının yaprakları tepeden dökülmeye başlar, aşağıdakiler, daha
sonra dökülürse o yıl kış zorlu olur.

  1717- Kavanoz dipli dünya.

  Sürekli olarak durum değiştiren, hiçbir durumuna
güvenilemeyen, üstünde yaşayanlara vefası olmayan bir dünyada yaşıyoruz.
Krş. İn kalk dünyası.

  1718- Kavgada kılıç ödünç verilmez.

  Kişi, savunma silahını başkasına verip kendisini savunamayacak ve
yenilgiye uğrayacak duruma düşmemelidir.

  1719- Kavgada yumruk sayılmaz.

  1) Kavga edenlerden her biri, ötekine karşı olabildiğince sert ve çok
saldırıda bulunmak zorundadır.
Amaç düşmanı ezmektir. Saldırının sayısı ve neye mal olduğu düşünülmez.

  2) Bir şeyin meydana gelmesi için çok gereç harcamak zorunluluğu varsa
esirgenmeden harcanır. Ne denli çok harcanıyor diye düşünülmez.

  1720- Kavun, karpuz kökeninde büyür.

  Bkz. Karpuz kökeninde büyür.

  1721- Kavun, karpuz yata yata büyür.

  Bu söz tembel yatanlara takılmak için söylenir.

  1722- Kavurga karın doyurmaz.

  Bkz. Kar susuzluk kandırmaz.

  1723- Kavurganın yananı sıçrar.

  Bir topluluğu tedirgin eden durumdan en çok zarar gören kişi sesini
yükseltir.

  1724- Kaya uçmazsa dere dolmaz.

  Büyük bir eksiği kapatabilmek için büyük özverilerde bulunmak gerektir.

  1725- Kaybolan (zayi olan) koyunun kuyruğu büyük olur.

  Bkz. Kaçan balık büyük olur.

  1726- Kayış bilir kutan (büyük pulluk) ne çeker.

  Ağır bir işin ne denli güç yapıldığını ancak o işin
yapılmasında aracı olan, emeği geçen bilir.

  1727- Kaymağı seven mandayı yanında taşır.

  Sevdiği şeyden yoksun kalmak istemeyen kişi, onu
sağlayacak araçları eli altında bulundurmalı ve bunun için gereken
sıkıntılara katlanmalıdır. Krş. Zemheride yoğurt isteyen..., Canı kaymak
isteyen..., Aşure yemeye giden kaşığını..., Pilav yiyen kaşığını...

  1728- Kaynana öcü, oğlu cici.

  Gelinler kocalarını severler de kaynanalarını rahatsızlık veren bir
yaratık sayarlar.

  1729- Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse gelinin başını yarar.

  Kaynana ne denli yumuşak huylu, iyi davranışlı
olursa olsun, her hali gelini tedirgin eder.

  1730- Kaynayan kazan kapak tutmaz.

  İçin için büyüyen bir olay, bir duygu, çok geçmeden patlak verir.

  1731- Kaza geliyorum demez.

  Kaza, beklenmedik zamanda, birdenbire gelir. Olacağı bilinse önleyici
önlem alınır.

  1732- Kazanına ne korsan çömçende o çıkar.

  Bkz. Ne ekersen onu biçersin.

  1733- Kazanırsan (sen) dost kazan, düşmanı anan da doğurur. (Sen dost
kazan; düşman ocağın başından çıkar.)

  Sen dost kazanmanın yoluna bak, düşman kolay
kazanılır. Anan bile sana düşman olacak bir kardeş doğurur.

  1734- Kazan kazana kara demiş.

  Kınanacak bir durumu olan kimse, kendi kusuruna bakmaz da başkasındaki
benzer durumu kınar.

  Krş. Kınayanda kırk batman.

  1735- Kazanmayanın kazanı kaynamaz.

  Kazancı olmayan kişinin evinde yemek pişmez.

  1736- Kazan taşarsa kepçenin değeri olmaz.

  Önlemler tehlike baş göstermeden alınmalıdır. Tehlike ortaya çıktıktan
sonra alınacak önlem işe yaramaz.

  1737- Kazaya rıza gerek.

  Kazaya boyun eğilmelidir. Olup biteni değiştirmeye insanın gücü yetmediğine
göre başka bir şey de yapılamaz.

  1738- Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez.

  Büyük çıkar sağlanan yerden ufak tefek özveriler esirgenmemelidir.

  1739- Kaz kazla, daz dazla, kel tavuk kel(topal) horozla.

  Herkes kendi durumuna uygun gelen kişilerle anlaşıp arkadaşlık eder.

  1740- Kazma elin kuyusunu, kazarlar kuyunu.

  Sen başkasına kötülük yapma yolunu tutarsan; başkası da sana kötülük
yapma yolunu tutar. Krş. Kazma kuyuyu kendin düşersin., El için kuyu...,
Az kaz uz kaz...

  1741- Kazma kuyuyu kendin düşersin.

  Bkz. El için kuyu kazan...

  1742- Keçide de (keçinin de) sakal (sakah) var. (Sakal keçide de var.)

  Bir kimse kılık kıyafetiyle değil gerçek değeriyle güven verir. Sakal,
kişiye değer kazandırmaz. O, keçilerde bile vardır.

  1743- Keçi geberse de kuyruğunu indirmez.

  inatçı, ölür de inadından vazgeçmez.

  1744- Keçi kurttan kurtulsa gergedan olur.

  Tehlikeler, zararlar olmasa her şey alabildiğine gelişir.

  1745- Keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar.

  Büyüklerin tuttuğu yol, küçüklere örnek olur. Onlar
da aynı yolu izlerler. Krş. Ağaca çıkan keçinin...
Ön tekerle nereden geçerse...

  1746- Keçinin de sakalı var.

  Bkz. Keçide de sakal var.

  1747- Keçinin meşeye ettiğini külü derisinden çıkarır.

  Bkz. Keçinin sumağa ettiğini...

  1748- Keçinin sumağa (meşeye) ettiğini sumak keçiye edecek.

  Sumak yaprağı ve meşe külü -içindeki tanen dolayısıyla- deri tabaklamakta
kullanılır. Keçi, derisinin böylece hırpalanmasıyla canlı iken yaptığının
karşılığını görür.

  1749- Keçinin uyuzu, çeşmenin (pınarın) gözünden su içer (içer suyunu).

  1) Değersiz kişiler kendilerini değerli ve en güzel şeye
layık görürler.

  2) İğrenç olanlar, durumlarına bakmazlar da iğrenilmeyecek şey ararlar.

  1750- Keçiye can kaygısı, kasaba yağ kaygısı. (Koyun can derdinde, kasap
yağ derdinde).

  Değişmez bir kuraldır: Bir kişi önemli bir kaybından dolayı çırpınıp
kıvranırken başka bir kişi bu durumdan ne kadar çok yararlanabileceğini
düşünür.

  1751- Kedi götünü görmüş, yaram var demiş. (Kedi kıçına bakar da yaram
var dermiş.)

  Sıkıntısı olmayan densiz kişi, hiç yoktan kendine
sıkıntı çıkarır.

  1752- Kedinin boynuna ciğer asılmaz.

  Bir kimseye, kullanıp zarar vereceği, kendine mal
edip ortadan kaldıracağı şey emanet edilmez.

  1753- Kedinin gideceği samanlığa kadar.

  Uygunsuz bir iş yapan kişi, ne kadar kaçarsa kaçsın, gideceği yerler
bellidir. Az sonra yakayı ele verir.

  1754- Kedinin kabahatini önüne koyarlar, öyle döverler.

  Cezalandırılan kimse suçunun ne olduğunu bilmelidir ki o suçu bir daha
işlemesin.

  1755- Kedinin kanadı olsaydı serçenin adı kalmazdı.

  Saldırganlar istediklerini yapabilecek durumda olsalardı, güçsüzleri
kolaylıkla ortadan kaldırır, bol bol çıkarlarını sağlarlardı.

  1756- Kedinin usluluğu sıçan görünceye kadar.

  Atılgan kişilerin sessiz ve eylemsiz durmaları, onları çileden çıkaran bir
durum başgösterince sona erer.

  1757- Kedi törpüyü yalar da kanlar çıktıkça oh der.

  Akılsız kişi başkasına yarar verirken kendisi zarar
etse de aldırmaz.

  1758- Kedi uzanamadığı (yetişemediği) ciğere, pis (murdar) der.

  Kişi, elde edemediği şeyi istemiyormuş, beğenmiyormuş gibi görünür.

  1759- Kedi, yavrusunu yerken sıçana benzetir.

  Kişi, yakını olan suçsuz birisini ezmeyi çıkarına uygun görürse
onda düşmanına benzeyen nitelikler bulur.

  1760- Kediye bokun kimya demişler, üstünü örtmüş.

  İyilik sevmeyen, kimsenin onduğunu istemeyen kişi,
atacağı zararlı şeyi -başkasının aradığını anlarsa yararlanılamayacak
duruma getirir.

  1761- Kediyi sıkıştırırsan üstüne atılır.

  Senden çekinen, korkan kişi, çok sıkıştırırsan sana
karşı gelir.

  1762- Kefen alacak adam gözünün yaşından belli olur.

  Bir kimsenin herhangi bir eyleme girişeceği, o eyleme
girişmesini zorunlu kılan durumundan anlaşılır.

  1763- Kefenin cebi yok.

  Zengin olup da para harcamaya kıyamayan kimse, parayı ne yapacak? Öbür
dünyaya götüremez ki!

  1764- Kefilin ya saçı, ya sakalı.

  Borçlu borcunu ödemezse kefilinin yakasına yapışılır; nesi bulunursa
alınır.

  1765- Kele köseden yardım olmaz.

  Kişi, kendisinin yardıma muhtaç olduğu konuda başkasına yardım edemez.
Krş. Kelin ilacı olsa...

  1766- Kel ilaç bilse kendi başına sürer.

  Bkz. Kelin ilacı olsa başına sürer.

  1767- Kelin ayıbını takke örter.

  Birçok kimselerin kusurlarını zenginlik, iş başında
oluş vb. durumlar örter.

  1768- Kelin ilacı (merhemi) olsa başına sürer. (Kel ilaç bilse kendi
başına sürer.)

  Kendi derdine çare bulamayan kişiden aynı durumda olan başkası yardım
beklememelidir. Krş. Kele köseden...

  1769- Kel kız teyzesinin saçıyla övünür.              

  Değersiz kişi, yakınlarının değerlerinden kendisine
bir pay çıkarmaya çalışır. Krş. Katıra baban kim
demişler...

  1770- Keller (ile) yağırlar, birbirini ağırlar.

  Bkz. Sağırlar birbirini ağırlar.

  1771- Kelle sağ olsun da külah bulunur (eksik olmaz.)

  Kişi yaşasın da elbet bir iş sahibi olur.

  1772- Kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, badem gözlü olur.
(Kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur.)

  Kişi, elinden giden önemsiz, kusurlu bir şeyi çok
önemli, çok güzelmiş gibi anlatır. Krş. Kaçan balık...

  1773- Kel yanında kabak anılmaz.

  Bir kişinin yanında, uzaktan da olsa onun eksiğini
çağrıştırabilecek sözler söylemekten çekinilmelidir.
Krş. Aç yanında sarpın kurcalanmaz.

  1774- Kem dileme komşuna, kem iş gelir başına.

  Bkz. Hayır dile komşuna, hayır gele başına.

  1775- Kemikle (etle) deri, yemekle diri.

  İyi beslenmeyen kişi sağlıklı olmaz.

  1776- Kem söz, kalp (kem) akça sahibinindir.

  Kötü sözü, kalp akçeyi kimse kabul etmez. Bunlar
yine sahiplerine çevrilir.

  1777- Kenarın dilberi nazik de olsa nazenin olmaz.

  Kibar çevrede yetişmemiş olanlar, ne denli özenseler kibarlığın bütün
inceliklerini gösteremezler; kaba davranışlardan kendilerini büsbütün
kurtaramazlar.

  1778- Kendi düşen ağlamaz.

  Yanlış davranışı yüzünden zarara uğrayan kimsenin bu durumundan yakınmaya
hakkı yoktur.

  1779- Kendinden küçükten kız al, kendinden büyüğe kız ver.

  1) Gelinler kocalarına karşı saygı duymalıdırlar. Bunu sağlamanın yolu,
erkek ailesinin kız ailesinden yüksek olmasıdır.

  2) Bu yolu tutarsan aldığın kız seninle övünür sen
de iyi bir yere kız verdim diye mutluluk duyarsın.

  1780- Kepenek altında er yatar.

  İnsanları kılık ve kıyafetlerine bakarak değerlendirmemelidir. Kaba saba,
perişan bir kılık içinde değerli bir kişi bulunabilir.

  1781- Keseye danış, pazarlığa sonra giriş.

  Ödeyecek paranız yoksa bir şey satın almaya girişmeyin.

  1782- Kesilen baş (bir daha) yerine konmaz.

  Kesin olarak yapılıp sonuçlandırılan iş, eski durumuna getirilemez. Onun
için her davranıştan önce, bunun nasıl bir sonuç doğuracağını iyi hesap
etmek, ondan sonra işe girişmeye, ya da girişmemeye karar vermek gerektir.

  1783- Keskin akıl (zeka) keramete kıç attırır.

  Çok zeki olan kişi, bir işin nereye varacağını keramet sahibi kişiden daha
iyi bilir.

  1784- Keskin sirke kabına (küpüne) zarar(-dır).

  Çok öfkeli kişi, kendi sağlığını bozar, vücudunu yıpratır ve işlerini
altüst eder.

  1785- Kesmez bıçak ele, iş bilmeyen avrat dile.

  Bkz. Kör bıçak ele...

  1786- Kes parmağını çık pazara, em (merhem, ilaç) buyuran çok olur.

  Kişinin bir gerekseme içinde bulunduğunu gören
herkes ona türlü türlü yol gösterir.

  1787- Kıbleden geldi kışımız, Allah'a kaldı işimiz.

  Kış afetleri güneyden gelmeye başlarsa, çok azgın
bir mevsim geçirilecek demektir.

  1788- Klavuzu karga olanın burnu boktan kalkmaz (kurtulmaz, çıkmaz).

  Kötü kimsenin arkasına düşen kişinin başı dertten kurtulmaz.

  1789- Kılıç kınını kesmez.

  Sert ve aşırı davranışlı kişinin yakınlarına zararı dokunmaz.

  1790- Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan (tüyünden).

  Kişi kiminle arkadaşlık ederse ondan etkilenir, huy kapar. Krş. İtle
yatan bitle kalkar., Kişi refikinden azar., İsin yanına varan is...,
Körle yatan..., Topalla gezen..., Üzüm üzüme...

  1791- Kırk gün taban eti, bir gün av eti.

  Avcılar bir av avlayabilmek için dağ, taş demez, günlerce taban teperler.

  1792- Kırk hırsız bir çıplağı soyamamış.

  Sömürücüler ne denli usta olurlarsa olsunlar, sömürülecek bir şeyi
olmayandan yararlanamazlar.
Krş. Ölmüş koyun kurttan korkmaz.

  1793- Kırkından sonra azanı teneşir paklar (azana çare bulunmaz).

  Yaşlılıklarında ahlakları bozulanlar, doğru yola getirilemezler; ölünceye
değin o yolda giderler.

  1794- Kırkından sonra saza başlayan kıyamette çalar.

  Yaşlandıktan sonra bir şey öğrenmeye, yeni bir iş
yapmaya başlayan kimsenin bunu başarmaya ömrü yetmez.

  1795- Kırk serçeden bir kaz iyi.

  Birçok küçük işle uğraşmaktansa tek büyük iş yapmak daha uygundur.

  1796- Kırk yılda bir ölet olur, eceli gelen ölür. (Kırk yıl
kıran olmuş, eceli gelen ölmüş.)

  Tanrı'nın verdiği ömrü hiçbir şey değiştiremez. Salgın ve öldürücü
hastalık da olsa eceli gelmeyen ölmez. Böyle zamanlarda çok kişinin ölmesi,
ecellerinin o zamana rastlamasındandır.

  1797- Kırk yıllık Kani (Müslüman özel adı), olur mu (Yani Hırıstiyan
özel adı)?

  Yaşlanıncaya değin iyi insan olarak yaşamış olan
kişi, artık kötü olmaz (değişmez).

  1798- Kırlangıcın zararını biberciden sor.

  Kırlangıç zararsız bir kuş gibi görünür. Ama bibere pek düşkün olduğundan,
ne kadar zararlı bir yaratık olduğunu ancak biberci bilir. Durumları buna
benzeyen çok kişiler vardır.

  1799- Kırlangıç bir zararsız kuş; git Yemen iline danış.

  Kimi çevrelerde kimseye zararı dokunmayan kişi,
kimi çevreler için tehlikeli olabilir.

  1800- Kısa günün karı (kazancı) az olur.

  Kısa süre çalışılarak yapılan işten elde edilecek kazanç az olur.

  1801- Kısmet gökten zembille inmez.

  Kısmet, durup dururken kişinin ayağına gelmez, çalışmakla elde edilir.
Çalışmayanın kısmeti olmaz.

  1802- Kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar.

  Bir şey elde etmek için çalışan kimseye Tanrı neyi kısmet etmişse onu verir.

  1803- Kısmet ise gelir Hint'ten, Yemen'den, kısmet değilse ne gelir elden?

  Tanrı bir şeyi size kısmet etmişse, Hint'ten, Yemen'den gelir, sizi bulur.
Kısmet etmemişse ne yapsanız onu elde edemezsiniz.

  1804- Kısmetsiz köpek, sabaha karşı uyuyakalır.

  Tanrı'nın kendisine kısmet vermediği yaratık, yararlanılacak şeyi elde
etmek kolaylaştığı zaman, başka bir işle uğraştığı için, bundan yoksun kalır.

  1805- Kış kış gerek, yaz yaz.

  Her mevsim, kendine özgü doğa olayları ile geçmelidir. Bu düzenin bozuk
gitmesi insanların perişan olmasına yol açar.

  1806- Kış kışlığını, kuş kuşluğunu gösterir (yapar).

  Doğa kanunları değişmez. Her olay, her varlık özelliğini belli eder.

  1807- Kız beşikte (kundakta) çeyiz sandıkta. (Kız kucakta, çeyiz
bucakta).

  Kız daha beşikte iken çeyiz hazırlıklarına başlamak gerektir.

  1808- Kız evi naz evi.

  Kız evi nazlı olur. İsteklinin rica, minnet etmesini
ister, kızını ağır satar.

  1809- Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır (kaçar), ya zurnacıya.

  Evlenme çağındaki kız eğlenceye düşkün olur. Büyükleri onu uyarmazlarsa,
hoşlandığı, uygun olmayan birisiyle evlenir.

  1810- Kızı kızken görme, gelinken gör; gelinken görme beşik ardında gör.

  Kızların en güzel çağı evlenmeden önceki durumlarıdır. Evlendikten sonra
eski tazelikleri kalmaz. Hele çocuk yaptıktan sonra daha da bozulurlar.

  1811- Kızını dövmeyen dizini döver.

  Kızını iyi yetiştirmeyen anne, kızı el kapısında beceriksizliği yüzünden
sıkıntı çektiği zaman dövünür durur.

  1812- Kızın var, sızın var.

  Kız çocuğunun sorunları ve sorumlulukları çok ve
çeşitlidir. Ana baba, sürekli olarak bunun tedirginliği içinde bulunurlar.

  1813- Kız kucakta, çeyiz bucakta.

  Bkz. Kız beşikte, çeyiz sandıkta.

  1814- Kim düşer daldan, o bilir haldan.

  Bkz. Damdan düşen damdan düşenin halini bilir.

  1815- Kimi köprü bulamaz geçmeye, kimi su bulamaz içmeye.

  Kimi kişiler bir şeyin bolluğundan yakınır, ondan
kurtulmanın yollarını ararlar. Kimi kişiler aynı şeyden yoksun
olmanın sıkıntısını çekerler.

  1816- Kimine hay hay, kimine vay vay.

  1) Bu dünyada her olay kimi kişiler için sevindirici, kimi kişiler için
üzücüdür.

  2) Kimi kişiler istedikleri her şeye kavuşurlar; kimi kişiler diledikleri
hiçbir şeyi elde edemezler.

  1817- Kiminin devesi (parası), kiminin duası.

  Varlıklı olanların parası, yoksul olanların da duası alınarak işler
yürütülür.

  1818- Kimin ki bağı var, yüreğinde dağı var.

  Bkz. Dağda bağın var...

  1819- Kimse ayranım (yoğurdum) ekşi demez. (Yoğurdum, ayranım ekşidir diyen olmaz.)

  Herkes satacağı malı över. Kendi tutumunu ve tuttuğu kimseleri savunur.
Başkaları eleştirseler de bunlara toz kondurmaz.

  1820- Kimse bilmez, kim kazana kim yiye.

  Bir kimse çalışıp çabalar; kendisinin ve çoluk çocuğunun geleceği için mal
biriktirir. Ancak, kimi zaman olaylar öyle gelişir ki bu kazancı, düşündükleri
değil hatır ve hayalde olmayan kişiler yer.

  1821- Kimseden kimseye hayır yok (gelmez).

  İnsan, yapacağı işte yalnız kendi gücüne güvenmelidir. Başkasının
yardımını bekler ve buna güvenirse düş kırıklığına uğrar. Krş. Tırnağın
varsa başını kaşı.

  1822- Kimse kendi ayıbını görmez.

  Bkz. Herkes kendi ayıbını bilmez.

  1823- Kimse kendi memleketinde peygamber olmaz (olmamış).

  Kişinin değeri, doğup büyüdüğü yerde gereği gibi
bilinmez. Daha önce ad kazanmış kimseler vardır.
Aile rekabetleri vardır. Küçüklüğünde yaptığı çocukça
davranışları bilenler vardır... Bütün bunlar,
onun yüksek bir kişi olarak kabul edilmesini engeller.

  1824- Kimse kimsenin çukurunu doldurmaz.

  Yaşlı bir kişi, çok sevdiği bir genç ölünce keşke
onun yerine ben öleydim der. Kimi zaman da biz
o değerli adam öleceğine şu işe yaramaz adam
ölmeliydi deriz. Boş sözler. Kimse kimsenin yerine ölemez.

  1825- Kimse kimsenin kısmetini (rızkını) yemez.

  Kimi zaman bir kimsenin eli altındaki yiyecek türlü
nedenlerle yenilmez, kalır. Bu sırada dışarıdan
biri gelir, yemeğe alıkonulur. Hazır bulunan yiyecek
ona ikram edilir. Demek ki bu yiyecek onun
kısmeti imiş, asıl sahibinin kısmeti değilmiş denilir.
Bu durum, kimse kimsenin kısmetini yemez
gerçeğini kanıtlar. Yan yana aynı malı satan iki esnaf
da böyle düşünür: Gelen müşteri, her iki malı
görür, ama ancak birini satın alır. Satıcılar kısmet
satanınmış inancında birleşirler.

  1826- Kimsenin ahı kimsede kalmaz.

  Zulüm görenin ahı, zulmedene hayretmez. Krş. Mazlumun ahı indirir şahı.

  1827- Kimsenin çırası tana kadar yanmaz.

  Hiç kimsenin parlak yaşamı sürekli olmaz.

  1828- Kimseye arşınına göre bez vermezler.

  Gözü yükseklerde olan, aşırı istekleri bulunan kimseye
düşlediği ölçüye göre değil, içinde yaşadığı ortamın ölçüsüne
göre bir pay verilir.

  1829- Kiraz dut yetişmese beni yiyenin boynunu sapıma
döndürürüm demiş.

  Kiraz, yiyene yumuşaklık verir; kişiyi zayıflatır. Hemen ardından
yetişen dut ise besleyicidir.

  1830- Kişi arkadaşından bellidir. (Adam ahbabından bellidir.)

  Herkes anlaşabildiği kimse ile arkadaşlık eder. Bundan dolayıdır ki bir
kimsenin nasıl bir kişi olduğunu öğrenmek isteyen, arkadaşının kişiliğine
bakmalıdır.

  1831- Kişi (herkes) ektiğini biçer.

  Bkz. Ne ekersen onu biçersin.

  1832- Kişi ne yaparsa kendine yapar.

  İyilik yapan iyilik, kötülük yapan kötülük bulur.

  1833- Kişinin kendine ettiğini kimse (alem bir yere gelse) edemez.

  Bir kimse kimi zaman tedbirsizliği yüzünden öyle
yanlış iş yapar, başını öyle derde sokar ki böyle bir
kötülüğü başkaları ona yapamaz.

  1834- Kişi refikinden azar.

  Kötü arkadaş, kişiyi kötü yola sürükler. Krş. Adam adamın şeytanı,
İtle yatan bitle kalkar, Kır atın yanında duran..., İsin yanına varan
is..., Topalla gezen..., Körle yatan..., Üzüm üzüme...

  1835- Kişi umduğuna küser.

  Bkz. Gönül ummadığı yere küser.

  1836- Kişiyi (herkesi) nasıl bilirsin, kendin gibi.

  Bkz. Herkesi nasıl bilirsin...

  1837- Kişiyi vezir eden de karısı, rezil eden de.

  Karı akıllı olursa kocasının toplum içindeki yerini
her bakımdan yüceltir. Akılsız, tutumsuz, ahlaksız...
olursa kocasını perişan, kepaze eder. Krş. İyi evlat babayı vezir...

  1838- Kocana göre bağla başını, harcına göre pişir aşını.

  Kişi, tutumunu çevresindekilerin durumuna göre düzenlemeli ve kendi
varlığına uygun bir yaşayış sürmeli, gücünün üstünde işler yapmaya
kalkışmamalıdır.

  1839- Kocanın kabı ikiyse birini kır.

  Kıskanç kadın, kocasının aşırı zengin olmasını istemez; çapkınlığa başlar
diye.

  1840- Kocasını vezir eden de rezil eden de karısıdır.

  Bkz. Kadın kocasını isterse...

  1841- Koça (öküze) boynuzu yük değil (olmaz).

  Kişiye kendi işi ve yakınlarının sorumluluğu ağır gelmez. Krş. Hamala
semeri yük olmaz.

  1842- Koç koyundan seçkel gerek.

  Bir topluluğa önderlik edecek, egemen olacak kişi,
topluluğu oluşturanlardan üstün nitelikte olmalıdır.

  1843- Kol kırılır yen içinde baş yarılır börk içinde.

  Bkz. Baş yarılır börk içinde...

  1844- Komşu boncuğunu çalan gece takınır.

  Hırsızlık mal, sahibinin göremeyeceği yer ve zamanda kullanılır.

  1845- Komşuda pişer, bize de düşer.

  Yakınlarımızın güzel şeylere kavuşması onlardan bizim de yararlanmamız
olasılığının doğması demektir.

  1846- Komşu ekmeği komşuya borçtur.

  Komşunuz size bir ikramda bulunur, bir şey armağan ederse, siz de ona
ikramda bulunmalı, armağan vermelisiniz.

  1847- Komşu hakkı, Tanrı hakkı(-dır).

  Komşular arasında yakın, kaçınılmaz ilişkiler vardır. Komşular birbirlerini
incitmemeli, birbirlerinin hatırını saymalı, birbirlerine yardım
etmelidirler. Bu ödevleri yerine getirenler, Tanrı'ya karşı da ödevlerini
yapmış olurlar.

  1848- Komşu iti komşuya ürümez.

  Komşudaki uygunsuz kişi, başkalarını incitse de
komşusunu rahatsız etmez.

  1849- Komşu kızı almak, kalaylı kaptan (tastan) su içmek gibidir.

  Komşu kızını almaya karar veren, ailenin ve kızın
durumunu, gidişini iyi bildiğinden içi rahat olarak
bu ilişkiyi kurar.

  1850- Komşu komşunun külüne (tütününe) muhtaçtır.

  Komşular birbirlerine en küçük şey için bile muhtaçtırlar. Kimi zaman
önemsiz bir şeyin eksikliği işimizi aksatır. O zaman komşu imdada yetişir.

  1851- Komşun kör ise sen kıpa bak.

  Kişi, çevresindeki insanları kıskandıracak durumlardan sakınmalı, onlarda
bulunmayan şeylere sahip olsa bile onlar gibi yaşamalıdır.

  1852- Komşunu iki inekli (öküzlü) iste ki kendin bir inekli
(öküzlü) olasın.

  Başkasının iyi durumda olmasını iste ki Tanrı seni
de ondursun. Krş. Hayır dile komşuna...

  1853- Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür (karısı kız görünür).

  Başkasının malı, bize olduğundan daha değerli görünür. Oysa aynı şey
bizde de vardır; ama başkasınınkini bizimkinden üstün buluruz.

  1854- Konur eşek çayırını almaz.

  Kendini beğenmiş kişi, yararlanılacak nesnelere hor
baktığından bunlardan yoksun kalır.
(Konur: Kibirli)

  1855- Korkak bezirgan (tüccar) ne kar eder ne ziyan (zarar).

  İş yapmaya korkan tüccar, kendisini zarardan korumuş olur ama, kazanç da
sağlayamaz.

  1856- Kork Allah'tan korkmayandan.

  Allah'tan korkmayan kimse, insana her türlü kötülüğü yapabilir.
Böylesinden korkulur.

  1857- Kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden.

  Aprilin beşinde (şimdiki 18 nisanda) çift süren iki
öküzü birbirinden ayıracak kadar şiddetli sağanak
olur; kasırga ve fırtına kopar.

  1858- Korku dağları bekletir (aşırır).

  1) Birçok insanlar zulüm, ya da ceza görmekten korkup dağlara çıkar,
orada çekilmez koşullar altında yaşarlar.

  2) Kötü, sert bir durumla karşılaşacağından korkan kişi, yapmak istediği
şeyden istemeye istemeye vazgeçer.

  1859- Korkulu rüya (düş) görmektense uyanık yatmak hayırlıdır.

  Tehlikesi de bulunan çekici bir işe girişmektense o
işten vazgeçip tehlikesi olmayan durumda kalmak
daha iyidir. Krş. Ne karanlıkta yat...

  1860- Korkunun ecele faydası yoktur.

  Kişi korkmakla kendisine gelecek bir zararı önleyemez. Olacak olur. Bunun
için boş yere korkup üzüntü çekmemelidir.

  1861- Koy avucuma, koyayım avucuna.

  Bize yardımda bulunan, yarar sağlayan kişiye biz
de yardımda bulunur, yarar sağlarız.

  1862- Koyma akıl, akıl olmaz (cepten düşer), (Sokma akıl, sekiz adım gider.)

  Aklı olmayan kişi, başkasının verdiği akıl ile iş göremez. Önce bir şeyler
yapmaya başlasa da arkasını getiremez.

  1863- Koyun can derdinde, kasap yağ derdinde.

  Bkz. Keçiye can kaygısı...

  1864- Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.

  Bir şeyin çok değerlisi ele geçmezse az değerlisi önem
kazanır. Krş. Körler memleketinde...

  1865- Koyunun götü bir gün açıksa keçininki her gün açık.

  Davranışlarını herkesin beğendiği kimse, günün birinde yanlış bir iş
yapabilir. Bu, her gün yanlış iş yapanınkinin yanında kınanacak bir
durum sayılmaz.

  1866- Koyunun kuyruğu var örter.

  Zenginlerin ve toplumda önemli yeri olan kişilerin
kusurları hemen örtbas edilir. Krş. Mal malamatı örter.

  1867- Koyunun melediğini kuzu melemez.

  Ana-babanın çocuğuna karşı gösterdiği aşırı ilgi ve
sevecenliği, çocuk ana-babasına karşı o ölçüde göstermez.

  1868- Koyunu yüze yetir, el onu bine yetirir.

  El, bir olayı abartarak söyler. Yüz kazansan bin diye
anlatır.

  1869- Koz gölgesi: kız gölgesi, söğüt gölgesi: yiğit gölgesi,
dut gölgesi: it gölgesi.

  Ceviz ağacının gölgesi koyu, güzeldir. İnsana kızların yanında bulunma keyfi verir.
Ancak orada karınca çok olur; gölgede oturan insanın keyfini kaçırır. Kızların yanında
oturankişi de hem mutluluk duyar, hem de çevredeki asalaklardan rahatsız olur.
Söğüt, boylu boslu bir ağaçtır. Koruyucu yiğide benzer.
Gölgesi altında safa ve rahatlıkla vakit geçirilir.
Dut gölgesi, alaca bir gölgedir, zevksizdir;
rahatsızdır. Çünkü ağacın meyvesi, altına dökülür.
Hem insanın üstünü kirletir, hem de sineklerin üşüşmesine
yol açar. Bundan başka, itler de dut yemeye gelir,
orasını kirletirler. Gölgede de yatarlar.

  1870- Köleden ağa olan minareyi sesiyle yıkar.

  Sonradan görmüş kişi çok yüksekten atar tutar. Krş
Sonradan imam olanın...

  1871- Köpeğe dalanmaktan çalıyı dolanmak yeğdir.

  Bkz. İtle dalaşmaktan...

  1872- Köpeğe gem vurma, kendisini at sanır.

  Kendisine karşı değeri varmış gibi davranılan değersiz
kişi, gerçekten değer bulunduğunu sanır.

  1873- Köpeği dövmeli ama, sahibinden utanmalı.

  Sana sataşan kişiyi hırpalarken onu benimsemekte
ve korumakta olan saydığın kimseyi gücendirmemeye de dikkat etmelisin.

  1874- Köpeğin ahmağı baklavadan pay umar.

  Bkz. İtin ahmağı...

  1875- Köpeğin duası kabul (makbul) olsa (-ydı) gökten kemik yağar(-dı).

  Bkz. İtin duası...

  1876- Köpeği öldürene sürütürler.

  Bkz. İti öldürene...

  1877- Köpek bile yal yediği kaba pislemez (sıçmaz).

  Köpek bile yem yediği kaba karşı saygılı davranırken,
insan nasıl olur da geçimini sağladığı yere, kendisine
bu geçimi hazırlamış olan kimseye kötülük eder?

  1878- Köpek ekmek veren (yediği) kapıyı tanır.

  Köpek bile kendisini besleyen yeri bilir, davranışlarıyla duygularını
belli eder. İnsan bundan ders almalı, gördüğü iyiliği unutmamalıdırlar.

  1879- Köpekle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir.

  Bkz. İtle dalaşmaktan...

  1880- Köpek sahibini ısırmaz.

  Kişi ne kadar aşağılık olursa olsun, kendini benimseyip koruyana kötülük etmez.

  1881- Köpeksiz sürüye (köye) kurt girer (iner).

  Koruyucusuz halka, bekçisiz ülkeye düşman saldırır.

  1882- Köpek suya düşmeyince yüzmeyi öğrenmez.

  Kişi, bir tehlike karşısında her yerden umudu kesilip kendine güvenmekten
başka çare kalmadığını anlamadıkça kurtuluş yolunu bulamaz.

  1883- Köpek sürünmekle etek kesilmez.

  Terbiyesiz kimsenin sataşmasıyla temiz kişi lekelenmiş olmaz. Krş. İt
değmekle deniz..., Kalaylı bakır...

  1884- Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı derler.

  Kişi, kendisinden yardım beklediği aşağılık kimseye işi bitinceye kadar
soylusun, boylusun diye dil döker.

  1885- Kör Allah'a nasıl bakarsa Allah da köre öyle bakar.

  Kişi efendisine karşı nankörlük ederse efendisi de
onu korumaz.

  1886- Kör (kesmez) bıçak ele (yavuz), iş bilmeyen avrat dile (yavuz).

  Kör bıçak işe yaramaz ama insanın elini keser. İş
bilmeyen kadın da çok konuşmaktan başka bir şey
yapmaz.

  1887- Kör bile düştüğü çukura bir daha düşmez.

  Bkz. Eşek bile bir düştüğü...

  1888- Körden gözlü, topaldan ayaklı, deliden deli.

  Kör olan anadan, babadan doğan çocuk kör olmaz.
Topalın çocuğu da sağlam bacaklı olur. Ama delinin çocuğu deli doğar.

  1889- Köre elvandan (renkten) bahsolunmaz.

  Bir şeyin niteliği üzerine hiç bilgisi bulunmayan kişiye o şeyin sözü
edilmez; öğretilmesine çalışılmaz.

  1890- Köre şimdi gece demişler; ne zaman gündüzdü demiş.

  Başkalarına mutluluk veren durum bu durumla ilgisi olmayan talihsiz kişi
için değer taşımaz.

  1891- Kör görmez, sezer.

  Kör görmediği şeyi nasıl sezerse bir konu üzerinde
bilgisi olmayan kişinin de o konu ile ilgili sezişleri olur.

  1892- Kör kuşun yuvasını Allah yapar.

  Bkz. Garip kuşun yuvasını...

  1893- Körler memleketinde şaşılar padişah (baş) olur.

  Hepsi bilgisiz olan bir çevrede azıcık bilgisi bulunan başa geçer. Krş.
Koyunun bulunmadığı...

  1894- Körle yatan şaşı kalkar. (İtle yatan bitle kalkar.)

  Kötü kimseyle düşüp kalkana az çok kötü huy bulaşır. Krş. Kişi refikinden
azar, Kır atın yanında duran..., İsin yanına varan is..., Topalla
gezen..., Üzüm üzüme...

  1895- Kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur.

  Bkz. Kel ölür sırma saçlı olur...

  1896- Kör pazara varmasın, pazar körsüz kalmasın.

  Bir şey satın almasını bilmeyen kimseler alışverişe
çıkmamalılar ama çıkarlar. Esnaf da bu gibilerinden hoşlanır.

  1897- Körün istediği bir göz, iki(-si) olursa ne söz.

  Kişi kendisinde bulunmayan şeyden bir tane isterken ona iki tane verilirse
daha çok sevinir.

  1898- Körün istediği iki göz, biri ela biri boz.

  Öyle insanlar vardır ki kendilerine yapılmasını istedikleri iyiliği
gördükleri halde bununla yetinmezler, ayrıntılarının şu, bu biçimde olmasını
da isteyecek kadar yüzsüzlük ve açgözlülük ederler.

  1899- Köseyle alay edenin top sakalı kara gerek.

  Başkasının eksikleri ile eğlenen kişinin kendisi kusursuz olmalıdır.

  1900- Köşe taşı köşede yakışır (yaraşır).

  Önemli kişiliği bulunan kimseye önemli bir iş başında bulunmak yakışır.

  1901- Kötü haber tez duyulur.

  Bkz. Kara haber tez duyulur.

  1902- Kötü komşu insanı (adamı) hacet (mal) sahibi eder.

  Kötü komşu, kendisinden emanet olarak istenen şeyi
vermez. Emanet isteyen de gidip o şeyden satın alır.
Böylece bu komşu, o kişiyi eşya sahibi etmiş olur.

  1903- Kötülük her kişinin karı, iyilik er kişinin karı.

  Bkz. İyiliğe iyilik her kişinin karı...

  1904- Kötürümden aksak, hiç yoktan torlak yeğdir.

  Bir şeyin, -kusurlu da olsa- elde bulunması, hiç bulunmamasından daha iyidir.

  1905- Kötü söyleme eşine, ağı katar aşına.

  İlişkide bulunduğun kimseleri sözlerinle incitme, kötüleme ki onlar da
sana daha büyük kötülük yapmasınlar.

  1906- Kötü söz insanı dininden çıkarır (tatlı söz yılanı ininden çıkarır.)

  Bkz. Acı söz insanı...

  1907- Köyden köye it ürümez.

  Seni ilgilendirmeyen işe uzaktan söz atarak karışma a köpek!

  1908- Köylü birbirine düşmezse Osmanlı mıkla (kıymalı yumurta) yiyemez.

  Eski dönemden kalma bir söz: Halkın birbirine düşmesi güvenlik görevlisinin
işine gelir. Çünkü her grup güvenlik görevlisini yanına çekmek için ona
çıkar sağlar.

  1909- Köylü, misafir kabul etmeyiz demez, konacak konak yoktur der.

  Kişi bir işi yapmak istemezse doğrudan doğruya
yapmam demez de, birtakım gerekçeler ileri sürerek, bunu gerçekleştirmenin
olanağı bulunmadığını söyler.

  1910- Köylünün kahve cezvesi karaca amma sürece.

  Köylünün kahve cezvesi gösterişsizdir. Ama eksik
olmayan konukları ağırlamak için sürekli olarak
kaynar.

  1911- Kuduz ölür ama daladığı da ölür.

  Azgın kişi, kötülüklerinin cezasını görür ama yaptığı kötülüklerin acısı
sürer.

  1912- Kulaktan burun yakın, kardeşten karın yakın.

  Bkz. Kardeşten karın yakın.

  1913- Kul azmayınca Hak yazmaz.

  Kişi, azgınlığı yüzünden kötü durumlara düşer.

  1914- Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.

  Bkz. Kul sıkılmayınca...

  1915- Kul hatasız olmaz.

  Bkz. Kul kusursuz olmaz.

  1916- Kul kullanan, bir gözünü kör, bir kulağını sağır etmeli.

  İşçi çalıştıran kimse, işçinin yaptığı her yanlışı görmemeli, söylediği
her uygunsuz sözü işitmemeli ki onu darıltmasın, iş aksamasın.

  1917- Kul kusursuz (hatasız) olmaz.

  İnsan yanılmamak için ne denli dikkat ederse etsin
yine yanılır. Hiç yanlış iş yapmamış kişi yoktur. Krş. İnsan beşer,
kuldur şaşar, Hatasız kul olmaz.

  1918- Kul sıkılmayınca (bunalmayınca) Hızır yetişmez.

  İnsan, başı dara düşmedikçe bütün gücüyle çalışıp
sıkıntısına çare bulmaz.

  1919- Kul teftişte, gözelim Mevla ne işte.

  İnsanlar hep bir iş peşinde koşarlar. Ama nasıl sonuç
alacaklarını Tanrı bilir.

  1920- Kuma (ortak) gemisi yürümüş, elti gemisi yürümemiş.

  Bkz. Ortak gemisi yürümüş...

  1921- Kurban etiyle (kemiğiyle) köpek tavlanmaz.

  Bir rastlantının getirdiği geçici iyi durum, beklenen
gerçek iyiliği sağlamaz.

  1922- Kurcalama sivilceyi (sivilceyi kurcalama) çıban edersin.
(Sivilce kurcalanınca çıban olur.)

  Küçük bir sorunu çok kurcalar, çok deşerseniz başınıza büyük dert
açarsınız.

  1923- Kurda konuk (komşu) giden, köpeğini yanında götürür.

  Bkz. Kurtla görüşürsen...

  1924- Kurda neden boynun (ensen) kalın? demişler, işimi kendim
görürüm de ondan demiş. (İşimi kimseye inanmadığımdan demiş.)

  İşini başkasına inanmayarak kendisi gören, üzülmez;
rahat eder. Krş. Sana vereyim bir öğüt: Ununu elinle öğüt.

  1925- Kurdun adı yaman çıkmış, tilki vardır (tilkicik var) baş keser.

  Öyle sinsi ve kurnaz kimseler vardır ki adı zalime,
haine ve kötüye çıkmış kimselerden daha tehlikelidirler.

  1926- Kurnaz (yavuz) hırsız ev sahibini bastırır.

  Kurnaz suçlu, ağız kalabalığıyla, zarar verdiği kişinin haklı savını
dinlenmez eder.

  1927- Kurt dumanlı havayı sever.

  Kendi yararına bir iş yapmak için fırsat kollayan
kişi, kimsenin bu işe engel olamayacağı, karışık zamanı sever.

  1928- Kurt kocayınca köpeğin maskarası olur.

  Güçlü iken herkesin kendisinden çekindiği kişi, gücünü yitirdikten
sonra, güçsüz ve aşağılık kimselerin oyuncağı olur.

  1929- Kurt komşusunu yemez.

  Bir kişi ne denli azgın ve kötü düşünceli olursa olsun yakınlarına
dokunmaz.

  1930- Kurt köyünü (tüyünü) değiştirir, huyunu değiştirmez.

  Hain kimse, yer yurt, kılık kıyafet değiştirse de kötü
huylarını değiştirmez.

  1931- Kurtla görüşürsen köpeğini yanından ayırma. (Kurda konuk giden
köpeğini yanında götürür.)

  Saldırgan birisiyle karşılaşacak olan kişi, kendisini
koruyacak önlemi almalıdır.

  1932- Kurtla koyun, kılıçla oyun olmaz.

  Saldırgan ile güçsüzün, zarar veren ile zarar görenin yan yana bulunduğu
yerde tehlike vardır.

  1933- Kurtla ortak olan tilkinin hissesi, ya tırnaktır, ya bağırsak.

  Güçlü ile hileci ortak olsa güçlünün dediği olur. Hileci, ortağının
kendisine vereceği, işe yaramaz paya razı olmak zorundadır. Yoksa
parçalanmak tehlikesi vardır.

  1934- Kurtlu baklanın kör alıcısı olur.

  Bkz. Bitli baklanın...

  1935- Kuru bok göte yapışmaz.

  Bir kişiye, yapmadığı kesin olarak bilinen bir suçu
yüklemeye çalışmak boşuna bir çabadır.

  1936- Kuru gayret, çarık eskitir.

  Bir işi başarmak için rasgele çabalamak yetmez.
Amaca doğru planla yürümek ve işin çıkar yollarını
bulmak gerekir. Böyle yapılmazsa bütün çabalar
boşa gider; zarardan başka bir sonuca varılmaz.

  1937- Kuru laf (boş lakırdı) karın doyurmaz.

  Boş sözlerle olumlu iş yapılamaz.

  1938- Kurunun (arasında) yanında yaş da yanar. (Yaşın yanında kuru da yanar).

  Beğenilmeyen tutumlarından dolayı cezalandırılan
kişiler içinde suçsuzlar da suçlular gibi hırpalanırlar. Krş. Az ateş çok
odunu yakar.

  1939- Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.

  Kusursuz kişi bulunmaz. Bundan dolayıdır ki dost
olmak için kusursuz birini arayan kimse, aradığını
bulamaz, dostsuz kalır. Krş. Ayıpsız yar isteyen...

  1940- Kusursuz güzel olmaz. (Her güzelin bir kusuru vardır.)

  Her iyi şeyin hoşa gitmeyen bir yönü, her güzelin
kusurlu bir yanı vardır. Kusuru bulunmayan iyi, güzel bir şey yoktur.

  1941- Kuşa kafes lazım, boruya nefes.

  Bir şeyden yararlanmak için kullanılacak araç, onun
niteliğine uygun olmalıdır.

  1942- Kuşa süt nasip olsa anasından olurdu.

  1) Yaradılışı bir şeyden yararlanmasına elverişli olmayan kişi, ne denli
çabalasa o şeyden yararlanamaz.

  2) Kişi en yakınından sağlayamadığı yararı başkasından hiç sağlayamaz.

  1943- Kuş darıdan kaçar mı? (Kaçmaz).

  Hiç kimse çıkarını tepmez. Kazançlı görünen bir işe yanaşmaması, o
işte sakınca görmesindendir.

  1944- Kuş kanadına kira istemez.

  Kişi, kendi işi için zaten harcayacağı çabadan dolayı başkasından
karşılık beklemez.

  1945- Kuşkulu uyku evin bekçisidir.

  Ufak bir tıkırtıdan uyanacak kadar hafif uyuyan
ve tetikte olan kimse, evin bekçiliğini iyi yapıyor demektir.

  1946- Kuştan korkan darı ekmez.

  Bkz. Serçeden korkan...

  1947- Kuşu kuşla avlarlar.

  Elde edilmek istenen kimse, daha önce elde edilmiş kimse aracılığıyla
tuzağa düşürülür.

  1948- Kuş var eti yenir, kuş var et yedirilir. (Her kuşun eti yenmez).

  Öyle kişiler vardır ki acımadan en ağır işte kullanırız. Öyle kişiler
de vardır ki, iş gördürmek şöyle dursun, biz ona hizmet ederiz.

  1949- Kutlu gün doğuşundan (bellidir) (kutlu yaz yağışından).

  Mutlu sonuç verecek işler, daha başlangıçta ve aldığı yönden belli olur.

  1950- Kutsuz kuşun yuvası doğan yanında olur.

  Talihsiz kişi, her an kendisine saldıracak güçlü kimselerle yan yana
bulunur.

  1951- Kuzguna yavrusu anka (şahin, güzel) görünür.

  Bkz. Karga yavrusuna bakmış...

  1952- Kuzusuna kıymayan kebap yiyemez.

  İnsanlar büyük bir gereksemelerini karşılamak için
sevdikleri kimi şeyleri feda etmek zorundadırlar.
Krş. Yağına kıymayan çöreğini yavan yer.

  1953- Küheylan at, çul içinde de bellidir.

  Cevherli insan, kılık kıyafeti düzgün olmasa da değerini yitirmez.

  1954- Küheylan bok saçmaz mı?

  1) Saygın bir ana-babanın çocuğu ahlaksız olabilir.

  2) Sağduyusuyla tanınmış kimse de yanlış işler yapabilir.

  1955- Külhancının beyliği hamamcılık demişler.

  Bayağı bir işle uğraşan kimse, yükselse bile ancak
bu işin başı olur.

  1956- Küpe küp deyince küp adama düp der.

  Değersizliğini, boşluğunu yüzüne karşı söylediğiniz
kişi, size, sözünüzün yankısı gibi kötü bir karşılık
verir.

  1957- Kürdün yağı çok olunca, hem yer, hem yüzüne sürer.

  Malı çok olan akılsız kişi, bunu gerekli olan iş için
kullandıktan sonra kalanını tutmasını bilmez. Çarçur eder. Krş. Abdalın
yağı çok olursa..., Kasap yağı bol bulunca...

  1958- Kürkçünün kürkü olmaz, börkçünün börkü.

  Başkalarının gereksemelerine çare bulan kişi, bunlara benzeyen kendi
gereksemelerini savsaklar. Krş. Terzi kendi söküğünü dikemez.

  1959- Kürk ile börk ile adam olunmaz.

  Kılık kıyafet, değeri olmayan kişiye değer kazandırmaz. Krş. Kalıp
kıyafetle adam, adam olmaz, Eşeğe altın semer vursalar yine eşektir.

  1960- Kürkü orak vaktinde, orağı kürk vaktinde.

  Bkz. Aba vakti yaba, yaba vakti aba.

DERLEYEN....DRPİST
İletişim:[email protected]

İZMİR'DEKİ KİŞİSEL GELİŞİM KURSLARI- KİŞİSEL GELİŞİM KURSLARI VE
SEMİNERLER İÇİN AYRINTILI BİLGİ:

www.sayginnlp.com – www.cemalkondu.com
 

Bir yorum

Cevapla

 
3+2 İşleminin Sonucu  
Yukarı Çık