Yılbaşı yazıları

Yılbaşı yazıları

Yine bir yıl başı yaklaşıyor bu yıl başı sevdiklerinizle birlikte mutlu huzurlu bir yıla başlangıç yapmanızı ve tüm yılınızın aynı güzellikte geçmesini diliyorum.

Her yeniyıl bir başka güzel.. 2011 yeniyıl sizlere hayatınız boyunca unutamayacağız güzellikler yaşatsın. Yeniyıl ınız kutlu olsun.

 
Herkes bir başkasına yardım etseydi, herkesin işi yapılmış olur. Yeni yıl paylaşımlarımızın yılı olsun. Mutluluk, esenlik ve sevinçler getirsin. Mutlu yıllar dilerim.

Sağduyu aklın kapıcısıdır. Görevi: Kuşkulu fikirlerin içeri girmesine, ve de dışarı çıkmasına engel olmaktır.Yeni yılda hepizin mutlu, sağduyulu ve sağlıklı günler getirmesi dileğiyle..

Düşsüz büyük şeyler yapılamaz. 2011 yılında tüm düşlerinizin gerçekleşmesi dileğiyle..

Hiç hata yapmayan insan genellikle hiçbir şey yapamaz. 2011 yılında hatalarımızın az, başarılarımızın devamlı olması dileğiyle mutlu yıllar..

Sahip olduklarımızla yaşamayı öğrenmek bir süreç, bir katılım, yani yaşamımızın yoğrulmasıdır. Gelecek yıllar varlığımızı zenginleştirecek. Yeni yıl ilk adım.. Nice yıllar, mutlu yıllar..

Gül için dikene razı olur musunuz, yoksa dikeni de gülü de red mi edersiniz? Yeni yıllarda güllerle dolu günlerin dikenleri sizi düşmanları koruyan çitler olsun. Mutlu Yıllar!!

Nerede yaşam varsa, orada umut da vardır. Yeni yılda tüm umutlar ve başarılar seninle olsun. Mutlu Yıllar dilerim.

Zamanı yapamayacağımızı şeyleri istemekle geçirdiğimiz söylenir. Oysa gücümüz tüm zamanları zorlar. Yeter ki kendimize ve dostlarımızın gücüne inanalım. Yeni yılda inancımızı pekiştirmemiz ve mutlu olmamız dileklerimle..


Bir Yılbaşı Yazısı..

Yılbaşı yazısı yazmayacağım demiştim kendi kendime.. Yine nasıl geldim buraya nasıl başladım bu yazıya hiç bilmiyorum..
Neden yazmayım dedim? Çünkü biliyorum geçen yıldan şikayet edeceğim gelecek yıla umut bağlayacağım.. Yine..
Geçen yıl 2010′dan ne çok çektiğimi 2011′den ne çok beklentim olduğunu yazmıştım.. Benim yılım/bizim yılımız olacaktı güya bu yıl.. Halbuki nasıl saçmalıyoruz nasıl ! Diyor ya Candan “Kul kurar kader gülermiş”

Değişen ne ola ki bunca büyütüyoruz? Bir gün değil mi geçen? Kasım’dan Aralık’a geçmekten ne farkı var ki?

Geçmiş yıldan bahsedeyim diyorum.. Yazacaklarımı düşünürken beynim uyuşuyor..

Aslında genele bakınca çok hayırlı bir yıldı benim için 2011.. Olması gerekenler oldu, gitmesi gerekenler gitti.. Ama her ne kadar güzel şeylere yol açmak için gidiyor olsa da giden içinden bir parçayı da söküp götürüyor.. İnim inim inletip sızım sızım sızlatıp gidiyor..

Hayatım baştan aşağı değişti bu yıl.. Demişti ya Şems “Hayatım altüst olacak diye korkma.. Nerden biliyorsun hayatının altının üstünden güzel olmadığını” Öyle.. İyi ki..

“Önemli” dediğimiz şeyler o kadar da önemli değilmiş öğretti 2011.. Ve yanlış dualar ölümden beter bir acıya sürükleyebilirmiş bizi.. Ölmeyi yeğleyeceğimiz acılar olduğunu gösterdi..

Dilek-1: Allah onları unutturacak acı vermesin..

İşim oldu.. Şubat ayında bir sınava girdim bu iş için.. Önemli bir sınavdı.. Öyle ki Kore’ye gidecekken ablamla, aynı tarihlere denk geldiğinden o yalnız gitti, gidemedim..
Kazanamasam bedeli çok daha büyük olacaktı yani.. Kaçırdığım fırsatın büyüklüğünden ezilecektim altında.. Neyse ki iyi sonuçlandı sınav da “hayırlısı” diyebildik..

Dilek-2: “Hayırlısı” diyebileceğimiz sonuçlar versin Rab.. Kaçırdıklarımıza ağlatıp temelli kaybettirmesin her şeyi..

En sevdiğim yerdeyim.. İstanbul’da..

İşim oldu demiştim ya onun en güzel taraflarından biri bu işin İstanbul’da olmasıydı.. Hayatım boyunca en sevdiğim şehir oldu İstanbul, binlerce kez söylemiştim bunu burda da.. Hiç umut yoktu, buraya gelip burada yaşamam için hiçbir sebep, fırsat yoktu ufukta.. Her şey öyle ani oldu ki.. Sonuçta işte burdayım yarım yıldır.. Güzelliklerinden faydalanacak pek vaktim olmuyor iş yüzünden.. Trafik sorunlarıyla daha samimi bir ilişkim var hatta işime iki otobüsle gittiğimden.. Ama bu mutlu olmama engel mi, şikayet etmek için pişman olmak için sebep mi?

Hayır. Dilek-3: “Mutluyum” diyebileceğimiz yerlerde olalım inşallah hep..

Evim oldu.. Hı hı önce homeless’tum ben çünkü :) (yabancı dilimi eşek arısı…)

Şöyle ki; işim dolayısıyla İstanbul’a geldiğimden bir düzenim yoktu başlarda.. Kiraya çıkmayı planlıyordum burada okuyan kardeşimi de yanıma alacaktım.. Hem geçim anlamında biraz zorluk çekecektik hem de düzgün bir ev bulmak öyle çok kolay bir iş değildi.. Bir de o evi doldurması falan ooo zor işti anlayacağınız.. Neyse ki baba beyler el attı da elimizden tuttu da sorun morun kalmadı :) Gayet güzel bir ev bulduk.. Küçük ve pahalıydı ama bize yeterdi ve konumu dolayısıyla pahalı olması kaçınılmazdı.. Kredi çektik ablam, ben, babam ödüyoruz şimdi yavaş yavaş.. Üç kardeş kalıyoruz evin babası da benim ahhah :D

Dilek-4: İhtiyacı olan herkese Allah ihtiyaçları dahilinde yardım etsin..

Evimle ilgili fotoğraflar paylaşacağım inşallah yakın zamanda ;)

Yıllarca hep bir profesyonel fotoğraf makinem olmasını istedim.. Hatta iki yıl kadar bir süredir -işsiz olunca uzun sürüyo tabi- para biriktiriyordum bunun için.. Amacım Kore’ye gittiğimde oradan almaktı.. Gidemedim yukarıda da bahsettiğim sebeplerden fakat seçenekleri bir kağıda yazıp ablamın eline tutuşturdum “bunlardan birini alıyosun bana” diye.. Aldı da.. Yaklaşık bir senedir sahibim bu hayalime yani.. Gönül isterdi ki fildir fildir gezeyim bol bol da fotoğraf çekeyim yeni bebeğimle amma olmadı işte daha bakalım belki yeni yıl bize bunu verir hea olmaz mı?


Dilek-5: Yeterince vakit ve paramız olsun inşallah da fildir fildir gezebilelim milyon tane fotoğraf çekebilelim..

Ailem.. Arkadaşlarım.. Onlara sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumun farkındayım.. Hep farkındayım sanıyordum ama bu yıl o kadar da olmadığımı farkettim bir anda.. Şimdi müthiş (!) farkındayım :D

Her zaman yanımda olan varlıklarını, orada bir yerde bulunduklarını bilmenin bile yeterli olduğu bişey aile.. İyi ki varlar..
Arkadaşlarımız da aynı şekilde.. Memleketimden iletişimimizi koparmadığımız hala birbirimizi dinlediğimiz, değer verdiğimiz, en yakın arkadaşım diyebileceğim gözdem var.. İyi ki var.. (I lev ye kuzum :D )

İstanbul’a gelişimle daha samimi bir ilişkimiz olan blog arkadaşlarım var.. Hepsine mutlu seneler diliyorum.. Umarım yeni yılda daha çok toplanabilir, daha çok Kore muhabbeti yapabiliriz..

Dilek-6: Sevdiklerimizin her zaman yanımızda, yakınımızda olmasını diliyorum.. Hepsine, hepimize sağlık sıhhat diliyorum..



Dilek-7: Bu resimde olduğu gibi her düştüğümüzde elimizden tutup bizi kaldıracak biri olsun mutlaka hayatımızda.. Kendimizi hiç “yapayalnız” hissedip umutsuzluğa düşmeyelim..

Yalanlarla karşılaşmaktan bıktım usandım.. Her birinin ayrı bir bahane olmasından da.. İşte bu yüzden:


Dilek-8: Yalansız bir ömür diliyorum.. Mümkün olmadığını bile bile hem de..

2011, başlarında bilgisayarımın bozulması ve ardından işe başlamam dolayısıyla film-dizi anlamında verimsiz bir yıl oldu benim için.. Üç dört saatlik uykularla işe giderek geceleri bu açığı kapatmaya çalışsam da yeterli olmuyor.. Umuyorum dertsiz tasasız sakin de bir yıl olur da yeni yıl açığı kapatabilirim..

2012 Herkese dilediği güzellikleri versin.. Dilerim bunları okuyan herkes en son noktayla beraber mutlu olacağı bir hayata adım atar.. iyi ki diyebileceğiniz/dedirtebileceğiniz bir sene ve hatta bir ömür diliyorum.. Sevgilerimle..


YILBAŞI YAZISI
 
 
 
Her yılbaşında bazı tartışmalar yaşanmaktadır. Bu yıl da yaşanması tabiidir. Çünkü bu yılbaşı denen olgunun nasıl bir “değer(!)” olduğuna ilişkin rivayetler çok çeşitlilik arz etmektedir. Kimilerine göre dini bir gün, kimilerine göre geleneksel bir gün, kimilerine göre normal bir sene-i devriye…

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Bardakoğlu’nun yılbaşına ilişkin bugünkü basına yansıyan bir beyanatı var. Yılbaşı “Evrensel kültürün bir parçası, dinsel değil, kültürel bir anlam taşıyor.”  Öncelikle kültürün “evrensel” olamayacağı üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Nitekim sosyoloji bilimi, kültürün “millî” olduğunu söylüyor. Kültürlerin bazı ortak değerlerinin olabileceği başka bir şeydir, evrensel kültürün olduğunu söylemek başka şeydir. Evrensel kültürü kabul ettiğimizde, hepimizin bu kültürün bir parçası olmamız gerektiğini de kabul etmemizin doğal olacağını söyleyebiliriz. Yılbaşının bizim kültürümüzle bir alakası nasıl olabilir ki? Nitekim Sayın Başkan, yılbaşı kutlamalarının geleneklerimize ve dini inancımıza ters bir biçimde kutlanılmaması gerektiğine de dikkat çekiyor. Eğer evrensel kültürün bir parçası ise, biz de evrensel kültürün bir mensubu isek, o zaman bunu yılbaşının kurallarınca(!) kutlamaktan daha doğal ne olabilir?

Yılbaşı, kullandığımız takvimin yeni yılına başlamanın adı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Hiçbir şekilde kültürümüzle bir ilişkisi olmayan bu olgunun ne yanında ne de karşısında olmak gibi bir tutum içinde olmanın bir anlamı yoktur.

Kültürle din, bir madalyonun iki ayrı yüzü gibidir. Kültürel değerlerin kaynağı çoğunlukla bir inanca dayanır. Yılbaşının da Hristiyanlık inancından kaynaklandığını söylemek, bilime aykırı olmaz.

Kültürün en önemli unsuru olan inancın yaşayabilmesi, örf ve adetlerin yozlaşmaması ile mümkün olabilir. Yılbaşı geleneği(!) diye bir geleneği kültürümüzün bir parçası olarak kabul edersek, o zaman kendi kültürel değerlerimizin yaşamasını nasıl sağlayabiliriz?

Yılbaşında, bir yıl daha yaşlandığımızın muhasebesini yaparak, bir değerlendirme içine girenimiz var mı?
“Yılbaşını neşe(!) ile karşılarsanız, yılınız neşe ile geçer” gibi bir batıl inancın sahibi olanların, bilimsel akılla düşünebilmeleri mümkün olabilir mi? Geçen yıl da aynı minvalde kutlamalarda bulunanlar, gerçekten bu yılları neşeli mi geçmişti? Bilimsel tutumu elden bırakmadığımızı iddia ederiz, ama yüzlerce batıl inançla da hayatımıza yön vermeyi ihmal etmeyiz.

Yılbaşında ben ne yapacağım?

En kısa zamanda işlerimi bitirip yatıp uyuyacağım…Ömrümden bir yıl daha geçtiğinin hesabını da yarın sabah yapmaya çalışacağım…

Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerektiğini düşünüyorum.

İsteyen istediği gibi yaşama hakkına sahiptir. Ama kimse başkasını kendi yaşadığı gibi yaşamaya mecbur edemez.
Başkalarının yaşama biçimlerini aşağılama tutumu da sergileyemez…

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”; öyleyse gelin yaptıklarımızın ne kadar ilmi olduğunun muhasebesini yaparak, bu geceyi ihya etmiş olalım…

Kısaca, yılbaşı milli kültürümüzle ilgisiz bir olgudur. Ama isteyen istediği biçimde kutlayabilir onu. Kimse kendi yaşantı biçimini kimseye dayatmamalıdır. Unutmayın; insan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar…
Bereketli ömürler ve mutlu yıllar…



Yılbaşı yazısı
 

Gelmez, çok uzak sandığımız 2012 geldi. 21 Aralık yaklaştıkça delirenleri, sapıtanları ibretle seyredeceğiz. Peak oil ile “dur” borusu çalan ekonomik büyümenin doğrudan gaspa, saldırıya evrilmesi sürecinde artık daha büyük adımların atılışına tanık olacağız. Bir ihtimal, bir takım iddialara göre doların, avronun çöküşünü yaşayacağız. Avrupa’da devletlerin iflas ettiğinin inkarının devamına veya iflas dalgasının domino etkisi ile büyükbaşları da vurmasına tanık olacağız.

20 bin yıl önce otun, böceğin yaşam hakkını gasp ederek başlayan, bugün “benden başka herkes ve her şey değersizdir” sapıklığına kadar varan hak yeme, sömürü, tecavüz, artık ne isim koyarsanız koyun… bu imkan transferinin debisi artık artamıyor. Piramidin ucu, piramidin tabanından daha fazla su çıkaramıyor, çünkü saadet zincirine doğadan gelen yenilenemez kaynakların fiziksel sınırlarına ulaştık. Petrol, bakır, azot, tuz, balık, buğday… bunların üretimi artık artırılamıyor.

Uygarlığın krizi bundan ibaret değil. Dünyanın ikliminin değiştiği gözleniyor. Olası nedenler muhtelif, ancak piramidin tepesi bunun kabahatini piramidin tabanına yüklemek amacıyla CO2 adında bir hayal kahramanı uyduruyor. Önümüzdeki yıl “filanca buzul şu kadar daha küçüldü” başlıklı, insanlara suçluluk duygusu yaşatmaya yönelik, yarı doğru haberler yoğunlaşacak. Bozulan iklim yukarıda saydığım ürünlerin bazılarının üretimini azaltacak.

Bitmedi. Geçtiğimiz yıllarda bu muazzam, aşırı tarım üretimine erişmek için kullanılan yenilenebilen ve yenilenemeyen yer altı suları da “suyunu çekmeye” başladı. Bunun etkileri hafif değil, dramatik olacak. Önümüzdeki yıl tarım üretiminde düşüş yaşanabilir. Az bir düşüş bile artan talep nedeniyle büyük fiyat zıplamalarına, dolayısıyla büyük açlığa, dolayısıyla büyük sosyal olaylara neden olagelmiştir. Olmaya da devam edecektir. Tatlı su kaynaklarının başına geleceği çok iyi bilen egemen sınıf son yıllarda yangından mal kaçırır gibi Anadolu’nun tatlı su zenginliklerini parselliyor, uyumuyorsanız farkındasınızdır. Bu operasyon 2012′de büyük ölçüde tamamlanmış olacak. Reste restle karşılık vermek isteyen kitleleri artık tankların, yaylım ateşinin karşılayacağı zamanlardayız.

Bitmedi. ABD ve diğer ülkelerdeki akademisyenlerin önümüzdeki iki yıl güneş faaliyetlerinde dönemsel “anormallik” gözleneceği şeklindeki tahminleri yoğunlaşıyor. Akademi dünyası güvenilir bir kaynak değil, eyvallah. NASA gibi piramidin tabanından beslenip zirvesine hizmet eden örgütler de eriştikleri gerçeğin ancak %1′ini tabanla paylaşıyor, bunu da biliyoruz. Dolayısıyla bu anormalliğin olası etkileri konusunda bizimle paylaşılmayan öngörüler olduğunu seziyorum. Farklı kaynaklar farklı senaryolar yazıyorlar. Ve bu senaryolar açıkçası büyük bütçeli felaket filmi senaryolarından çok farklı değil.

Kürede durum böyle. Kürenin kendi işgal ettiğimiz kısmına gelirsek, burada durum içler acısı desem abartmış olmam. Artık kesin olarak söyleyebilirim ki, egemen bir ulus değiliz. Artık bir ordumuz bile yok. Bunun ne anlama geldiğini bilmeyene anlatmak çok zor. “Ben bilmem beyim bilir” deyip, karnından sıpası, belinden sopası eksik edilmeyen zavallı bir ev kadınını hayal etmenizin belki bir yardımı dokunur. Şu kadarını söyleyeyim. Ortadoğu’da sırf hır çıkarmak, soykırım yapmak için kurulmuş bir devlet var. Avucu kaşınan bu devlet vurmaya başladığında, biz ulus olarak hangi tarafta yer alacağımızı seçemeyeceğiz bile. Bu durum, vuruşmanın başlaması durumunda her halükarda bizim kaybedeceğimizin delilidir.

Geçtiğimiz on yılda ülke içi kaynak bölüşümündeki adaletsizlikte yeni ufuklar açıldı. Bu eğilim artarak devam edecek. İstatistikleri bir tarafa bırakın. Bunu herkes seziyor. Seziyor ama, bu sezgiyi bastırmak istercesine her gün yeni bir sahte istatistik açıklanıyor. Binyıllardır egemenlerin çabası bu değil mi zaten? “Aman insanlar gözleriyle gördüklerine, elleriyle tuttuklarına, akıl ettiklerine, hissettiklerine inanmasınlar, benim dikte ettiğime inansınlar. Benim tanrıma tapsınlar.” Gören gözler, ölmemiş zihinler için izahata gerek yok. Hükümetin her bir icraatı, piramidin tabanından zirvesine doğru olan varlık transferini görülmemiş hızlara çıkarmak, insan yığınlarının kaderini biraz daha egemenlerin avucuna bırakmak amacına hizmet ediyor. Kapitalizmin her türlüsü mülksüzlerin, kitlelerin yarattığı katma değerin parazit egemenlere transferi üzerine kuruludur. Ancak bizdeki gibi, 3. dünya kapitalizminde çalışan sınıfa “koklatılan” pay, nam-ı diğer sus payı yok denecek kadar azdır. Egemen, payını bağırta bağırta, kıra döke alır. İşin kötüsü, bu durum 300 yıldır aralıksız büyüyen sanayi ekonomisi devrinde geçerliydi. Bu büyüme devri 2008′de bitti. Bundan sonra sisteme giren doğal sermaye artmayacağı, hatta azalacağı için bu çalışan, katma değer üreten kitlenin cayır cayır yanacağının resmidir. Çünkü egemen, veya piramidin tepesi, veya crème de la crème almaya alışık olduğu payından vazgeçmemiştir. Yetkilerinizi devrettiğiniz politikacılar devraldıkları yetkileri ve sizin hakkınız olan varlıkları bunlara vermiştir. Zaman aktıkça bu boyunduruktan kurtulmak daha da zorlaşmaktadır. Her gün tekrar doğan güneş bu parazitlerden kurtulmak için yeni bir fırsattır, ancak her akşam bu olasılık biraz daha azalmaktadır. Her gece özgürlüklerimizin, imkanlarımızın birazını daha kaybetmiş olarak uykuya dalıyoruz. Çocuklarınızın, torunlarınızın size ait olduğunu mu zannediyorsunuz? Bu sülükler sizin yedi sülalenizi ipotek edip sizi ödeyemeyeceğiniz kadar borçlandırdı. Şu anda sürdüğünüz, aslında zirvesindeki refahınızın bedelini zürriyetiniz köle olarak ödeyecek. İşte bunu sağlamak, kolaylaştırmak için kuklalarını, piyonlarını bize seçtirip yönetici yapıyorlar. Adına da demokrasi diyorlar, yani artık ne kadarı kaldıysa…

Önümüzdeki yıl daha fazla mobese, daha fazla basın sansürü, politik muhalefete daha fazla saldırı göreceğiz. İnternet sansürü konusunda daha korkusuz adımlar atılacak. Savcılar kimi içeri tıksak diye blog blog gezdikleri fazla mesailerini artıracaklar. Bazı saftiriklerin interneti özgür bırakacaklarını sandıkları ABD ve Avrupa ülkeleri de internet filtreleme işine hız verecekler. Sevdiğiniz internet sitelerinin kopyasını alın, korsan materyale erişme imkanınız varken doya doya kullanın, vaktimiz daralıyor.

Her gece uykuya dalarken günün muhasebesini yapın: “Bugün haklarımın ve hayattaki imkanlarımın ne kadarını kaybettim?” sorusunu kendinize sorun. Yılbaşında da “Bu yıl haklarımızın, geleceğimizin ne kadarını kaybettik, çocuklarımıza ne kadar ihanet ettik?” sorusunu yanıtlamaya çalışın. Boğazınıza bir şey düğümlendiğini hissederseniz telaşlanmayın, biraz televizyon izleyin, bir gazetenin hafta sonu ekini okuyun, alışveriş yapın, olmadı biraz sevişin, geçer. Mutlu yıllar.

Bir yorum

Cevapla

  
 
3+2 İşleminin Sonucu    
Yukarı Çık